Önceki yazımızda, “Bu seçimlerde farklı siyasetler değil, kişiler ve onların temsil ettiği yapılanmalar yarışıyor” demiştik...

Adayların hemen tümünün siyasi partilerde “full time” görev yaptığı düşünüldüğünde bu söz insanlara anlamsız gelebilir...

Ama biz “siyaset” derken parti adına yapılan çalışmaları ya da parti içi çatışmaları değil gerçek anlamda siyaseti, yani farklı toplumsal kesimlerin çıkarlarını siyaset alanında savunan veya toplumsal kaynakların geliştirilmesi ve paylaşımında farklı yöntemleri benimseyen akımlar arasındaki mücadele ya da yakınlaşmaları kastediyoruz.

***

Yerel seçimlere bu açıdan yaklaşıldığında sözünü ettiğimiz “apolitik” yaklaşımın yalnızca neoliberal çizgiyi savunan, dolayısıyla “düzen değişikliği” gibi bir kaygısı olmayan partilerde egemen olmakla kalmadığını “sosyalist” olduğunu savunan partilere de sirayet ettiğini görüyoruz...

Örneğin Türkiye İşçi Partisi (TİP), Hatay gibi depremde en büyük zarara uğramış ve “düzen partilerine” karşı tepkinin yoğun olduğu bir kentte futbolcu Gökhan Zan’ı aday göstermiş bulunuyor. Gökhan Zan’ın futbol oynadığı dönemde iyi bir futbolcu olduğunu, depremde yaşanan yolsuzluklara ve yanlışlara karşı güçlü bir tepki gösterdiğini biliyoruz. Bu özellikleriyle Hatay’da sevilen ve “popüler” bir kişilik haline geldi ve biz de kendisini takdir ediyoruz...

Ama Gökhan Zan, sözünü ettiğimiz anlamda bir “siyasetçi” midir? Başka bir deyişle Hatay gibi devasa sorunları bulunan bir kentin yeniden hayata kavuşturulacağı bir dönemde büyük rantların, büyük çıkar kavgalarının içinde yolunu şaşırmayacak, halk kitlelerine önderlik edebilecek sağlam bir bilince sahip midir?..

Maalesef bu soruya olumlu cevap veremiyoruz...

Çünkü bizzat Zan’ın kendisi, aday olduktan sonra CHP Erzincan Milletvekili Mustafa Sarıgül’le telefonda görüştüğünü ve “Aday olursanız ben çekilirim” dediğini doğrulamış bulunuyor. Bu fedakârlığın gerekçesini ise “aralarında ağabey-kardeş ilişkisi olduğunu” söyleyerek açıklıyor. Burada Mustafa Sarıgül’ün Şişli Belediye Başkanlığı dönemini tartışmayalım; ama bu tür bir politikacının TİP gibi bir partinin adayı olabileceği düşüncesi bile oldukça vahimdir; dahası Zan, “Böyle bir durum söz konusu Türkiye İşçi Partisi'ne gelirse, bu sayın Erkan Baş’la ve MYK üyeleriyle bu konu konuşulur ve ben inanıyorum ki TİP doğru bir adaya hayır demez” diyebilmekte, bu da onun bilinç düzeyini göstermektedir.

***

Bu tür durumlar karşısında TİP üyesi yazar Ecehan Balta, “Hiçbir taahhüt almadan aday yaptığınız insanlar seçimi kazansa bile, bu sadece onlar için iyi bir kariyer fırsatı olur” diyerek partisinden istifa etmiştir...

Balta istifa mektubunda, “parti dışından belirlenen ve sosyalist gelenekten gelmeyen adaylar, seçimlerde kazansanız da kaybetseniz de sosyalizm propagandası yapmak değil, sadece kazanmak ya da başka partilerin adaylarını değiştirmesi için basınç oluşturmak yönünde bir iradeye işaret ediyor." sözleriyle bizim “apolitik” olarak tanımladığımız tutuma işaret etmektedir.

***

Ne yazık ki, ana muhalefet partisi CHP de “popülist” olarak da adlandırılabilecek bu “apolitik” akıma kapılmış sürüklenmektedir...

Nitekim CHP’nin, TİP’in Gökhan Zan’ı aday göstermesinin ardından, kentte yoğun protestolara yol açan Lütfü Savaş’ın adaylığından vazgeçtiği ve Fenerbahçe’nin eski kalecisi Hatayspor’un teknik direktörü Volkan Demirel’e adaylık için teklif götürdüğü öğrenilmiştir. Volkan Demirel, bu teklifi “Siyasetten anlamam benim işim futbol” diyerek reddetmiştir...

Bu cevap, bir bakıma kaleci Volkan’ın politika konusunda CHP liderlerinden daha basiretli ve daha bilinçli davrandığını göstermektedir.

***

Yerel seçimlerde bunların dışında bir de kültürel ve toplumsal yaşam tarzlarının farklılıklarından ileri gelen çelişmeler üzerinden siyaset yapanlar var. Bu akımlar siyaset meydanında temsil ettikleri etnik, kültürel ve yerel kimlikleriyle yer alıyor ve siyasetten bunu anlıyorlar...

Özellikle son birkaç on yıllık sürede siyasete asıl damga vurması gereken akımlar, yani “farklı toplumsal kesimlerin çıkarlarını siyaset alanında savunan veya toplumsal kaynakların geliştirilmesi ve paylaşımında farklı yöntemleri benimseyen akımlar” diskalifiye edilince, meydan “apolitik particilik yapanlar” ile “etnik, dinsel ve kültürel kimlikçilere” kalmış bulunuyor!..

Öyle olunca da siyaset, tümü aynı neo-liberal programı benimseyen, ancak temsil ettikleri çıkar grupları, kültürel ve etnik/dinsel grupların menfaatleri ya da kimi zaman kişisel menfaatleri doğrultusunda çatışan topluluklar arasındaki mücadele haline geliyor.