Ne yapmak lazım?

Bir aksiyon, bir hareket, bir ivme ve bir üretim gerekiyor. Psikolojik yaklaşımda da böyledir. Mesela baktığınız zaman dünyadaki bütün gelişmeler, icatlar... Mesela füzenin bulunması, 1. Dünya Savaşı'na tekabül ediyor. Uzak bir mesafeden düşman birliklerini yok etmesi için Alman bir bilim insanın geliştirdiği bir şey. Paris sanatçılar toplantısı birleşimi diye bir şey var. 1947 bir araya gelip diyorlar ki 'Üzerimizden büyük bir savaş geçti. (Birinci Dünya Savaşı) Eski sanatsal anlayışları unutup artık yeni bir dünyaya şekil vermek ve yeni bir yapı benimsemek zorundayız.' Bugünkü sanat anlayışlarının birçoğunu 2. Dünya Savaşı sonrasında görürüz. İnsan içinde böyledir siz umutluysanız bir şey yapma ihtiyacı hissetmiyorsunuz. Ne bileyim ısınıyorsunuz kış gelmiş eviniz gürül gürül yanıyor paraya ihtiyacınız yok. Yemeğiniz var, yemeğiniz yoksa bile bir telefonla bile istediğiniz an, istediğiniz çeşit ve kalitede yemek getirtebiliyorsunuz. Bugünkü kapitalist anlayış da bu. Paranız ne kadar fazlaysa o kadar umutlu oluyorsunuz. Her şeyiniz var sizin üretime ne kadar ihtiyacınız olabilir. Bu durumda insanoğlu acıyla gelişmiş hep acıyla doğru paralelde gittiği için mutlulukla da hep zıt paralelde gider. Üretim mutlulukla, iyilikle yapılan bir şey haline gelemiyor. Üretim acıyla bağdaştırılan bir olgu. Çünkü sizin yaşadığınız acı başkalarının yaşamasını istemediğiniz bir hale dönüştüğünde kafanızda bir şey üretme ihtiyacı hissediyorsunuz. Bu bir cihaz olabilir, bu bir yazma hali olabilir. Bu bir gösterme hali olabilir. İşte soğuktan korunmak için yeni tente, yeni bir kapı, yeni bir conta üretiyorsunuz. Çünkü siz çocukluğunuz da o soğuktan çok çekmişsinizdir. Fakirsinizdir, açsınızdır. Bunun karşılığında diyorsunuz ki ben bunu çektiysem başkaları çekmesin. Bir şey yaratma, var etme isteği içerisinde oluyorsunuz. İnsanın da garipliği bu. Yani acıyla üretim, başarı hep paralel gidiyor yaşam içerisinde ama mutlulukla hep zıt yönde ilerliyor. Mutluysanız bir şey üretme ihtiyacı hissetmiyorsunuz.

KÖTÜYÜ SEVDİM!

Oyunculukta da bu böyle iyi karakterseniz iyisinizdir işte bir şey yapmanıza gerek yok. Kötüyseniz her dakika kafanız bir şeye çalışmak zorunda, bir şey üretmek zorundasınız. Benim sanatsal anlayışımda 'kötü karakter' benim için her zaman ideal bir oyuncu tarzı oldu. Sevdim de, bu tabi kötü olduğum anlamına gelmiyor ama ben bir oyuncunun hep çok fazla gözlem yapması gerektiğine inanan biriyim. Çünkü her incelediğim kişi bana bir sonraki projemde bir şey katacak demektir. Oyunculuk yaklaşımları herkesin farklı farklıdır tabi ki ama ben gözlem yapmayı seviyorum.

Hem televizyon oyunculuğu, hem tiyatro oyunculuğunu aynı anda mı götürüyorsunuz?

Evet.

Şu an oynadığınız bir oyun var mı?

Şuanda devlet tiyatrolarında misafir sanatçıyım. Kış Masalı adlı William Shakespeare'ın

bir oyununda oynuyorum.

5 YIL ARA VERDİM

Oynadığınız oyunlardan da birkaç tane örnek verebilir misiniz?

Devlet tiyatrosunda hemen hemen son 5 yıldır oynamıyordum. Ondan önce bir altı sezon filan oynadım. 'Gizler Çarşısı'nda oynuyordum. Turgay Nar'ın bir oyunuydu. Ondan önce ilk başladığımda 'El Ele' diye bir Kurtuluş Savaşı hikayemiz vardı. Çayyolu Sahnesi o zaman yeni açılıyordu. İlk dünya prömiyeri galası bizim oyunumuzda yapıldı. Onun içinde de rollerim vardı. Ondan sonra 'Dullar' diye bir oyunumuz vardı. Faşizmi anlatan bir hikayeydi. Onun haricinde çok oyun var. Özelde de oynadığım oyunlar var. Sıfır Noktasındaki Kadın, Dullara Yas Yakışır.

'Sıfır Noktasındaki Kadın' idam edilen Mısırlı bir hayat kadınının yaşam öyküsünü anlatıyordu. Hatta ilk televizyona çıkışım sanırım o oyunlaydı. Muammer Karaca Tiyatrosu'nda oynuyorduk. Özel bir kanalın 'Alkışlar' diye bir sanat programı vardı. Tabi ben heyecanla bekliyorum Ankara'ya döndüm işte televizyona çektiler, programa çıkacağız diye bütün oyun gösterildi ama benim sahnelerim ağır tecavüz sahneleri olduğu için orda da çok ciddi bir kötü şeyhi oynuyorum. 16 yaşındayken 60 yaşındaki şeyhe satılıyor kadıncağız. Gerçek bir yaşam öyküsüymüş. O şeyhi de ben canlandırıyorum. O kadar iyi canlandırmışım ki oyundan sonra seyirci tarafından ciddi tepkiler aldım. Ankara'ya dönmüşüm işte, heyecanla kasete çekeceğim (o zamanlarda kaset vardı) işte arşiv yapacağım ilk televizyon programım. İzliyorum izliyorum yokum...

'Programda neden yokum' diye soruyorum. Oyunda tecavüz sahnesi var seyirci inanılmaz şekilde geriliyor. 'Televizyonda bu tecavüz sahnesini gösterdiğimizde çok büyük tepkiler alırız' dediler. O dönemler de ünlü olmaya pek meraklı olduğumuz dönemler. Sonrasında bu düşünceler yok olup gidiyor.

Tiyatrocular genelde dizi oyunculuğunu tercih etmiyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yani bu değişiyor. Bunu yönetmenlerde söyler. Daha üstten bakıyorlar. Tiyatro çünkü dünyadaki sanatların ilki neredeyse onun bir üst hali var. Tiyatro oyunculuğu dediğiniz zaman birçok eğitim almak zorundasınız.

Peki daha üst sınıfa hizmet eden elit bir sanat diyebilir miyiz?

Bizde de öyle dünyada da öyle aslında baktığımız zaman. 'Sanat burjuvaziden doğmuştur' denir. Gündelik yaşamsal sorunları olan insanların sanatla çok ilgisi olmaz çünkü onların kaygıları farklıdır. Artık zaman değişiyor. Devrim tiyatroları, mahalle, sokak tiyatroları hala günümüzde var. Hani her yapıya uygun bir tiyatro hali var. Bunu elitiz bir sınıfa mal etmek biraz yanlış.

KENDİ KENDİMİZİ SANSÜRLÜYORUZ

Türkiye'de oto sansür var mı?

Aslında kendi kendimizi sansürlüyoruz. Gelenek, görenek toplumsal ahlak anlayışları hep yaşamımız içerisinde var olan yapılar. Onları göz ardı ederseniz toplum sizi yok ediyor. Çekim esnasında yönetmeninde uyguladığı sansürler var. Ben bu sansürün tartışmasını yaparım çekim esnasında yada oyun esnasında. Çırılçıplak soyunmam gerekiyorsa soyunurum, bir erkekle öpüşmem gerekiyorsa öpüşürüm ben bunu sansür olarak görmem yada bunu ahlaki olarak görmem.

SINIRLARIM YOK

O zaman her rolde oynayabilir misiniz? Eşcinsel bir karakteri oynayabilir misiniz?

Oynayabilirim tabi ki neden oynamayayım. Bir erkekle öpüşmem o oyuna, o dizeye ne katıyor. Gerçekten bir şey gösterme hali var mı? Bir şeye dikkat çekebiliyor musunuz? Sınırlarımın olmaması gerekiyor zaten. Türkiye'de tabi ki bu sınırları oyuncular kendileri belirliyorlar. İşte öpüşmem vs. Türkan Şoray kuralları gibi kurallar vardır ya... O devir geçti benim gözümde.

Oynamak istemediğiniz bir karakter oldu mu?

Hayır hiç olmadı. En son oynadığım William Shakespeare oyunun da hem yargıcı, hem denizciyi hem de bir ayıyı oynuyorum. Ayıyı da oynuyorum. Yani kostümümü giyip çıkıyorum ve seyircinin en fazla güldüğü sahnelerden birisi. İnanılmaz bir şey. İyi oyuncuysanız oynamam diye kurallarınız yok. 'Ben bu rolü oynamam'diyorlar. Neden oynamıyorsun? Sebep ve sonuç ilişkileri çok düzgün açıklayabilirseniz tabi ki kabul edilebilir bir şey.

İdeolojik olarak sevmediğiniz, tercih etmediğiniz bir karakter var mı?

Hiç yok. Mesela son zamanlarda işte dizilerden teklifler geldi. Üç yıldır filan kabul etmiyorum açıkçası. Çünkü televizyon dediğiniz de sanatın bir tarafı. Çoğu kimse kabul etmez ama orda da bir oyunculuk türü var baktığınız zaman sanatsal bir bakış açısı da var. Arkada çalışan insanların o dekoru yapması bile bir sanattır benim için. Onlara saygı göstermek gerekir ama ideolojik şeyleri çok oturtmaya başladılar. Dizilerin içerisine işte tarihsel diziler, dönem dizileri vs. Bu çok büyük şeylere yol açmaya başladı ben o yüzdende 3 yıldır kabul etmiyorum teklifleri. Ama ne bileyim böyle keskin hatları olan projeleri sevmiyorum. Çünkü yaşam böyle çok keskin, bıçakla kesilir bir hal değil. Yaşamın her türlü rengi, yapısı var. Sadece bir yön, bir çizgi, bir hat ya da doğrunuzu kabul etmek zorunda değilim.

Dizi ve tiyatro dışında ne yapıyorsunuz?

Tıp makalesi okurum. Uzay bilimleri üzerine okurum, füze mekaniği üzerine okurum. Yeni buluşlar, kimya, biyoloji, fizik üzerine makaleler, gelişmeler, araştırmalar, deneyler üzerine okumayı seviyorum. Elektrik elektronik üzerine okumayı da seviyorum.

İDOLÜM JACK NİCHOLSUN

Türkiye'de idol aldığınız veya sevdiğiniz size yakın olan oyuncu var mı?

İdolüm JackNicholsun. Onun bir kapı kırma sahnesi vardır. Onun hikayesini okuduktan sonra daha da çok sevmiştim. Onun filmlerine baktığınızda hep kötü karakterleri oynamıştır. O kapı sahnesinisürekli tekrar eden JackNicolsanfilm ekibine 'Biraz izin verir misiniz' bana diyor. Ekiptekiler de dinlenecek sanıyorlar. Karavana giriyor 20 saat sonra çıkıyor. O arada tabi aynanın karşısında çalışmış adamcağız. Geleceğim dediği için kimse de seti terk etmiyor tabi. 20 saat sonra çıkıyor karavandan 'Tamam hazırım' diyor. Sahneyi bir yapıyor tabi herkes kala kalıyor. Oyunculuk biraz da bu. Yeteneğiniz haricinde sizin çok çok iyi gözlem yapıp bu tekniği geliştirmeniz gerekiyor. Bende bunu yapmaya çalıştım hayatım boyunca, hala daha yapıyorum.

Oynamak istediğiniz bir karakter var mı?

Aslında dediğim gibi engelli bir karakteri oynamayı istiyorum. Fareler ve İnsanlar vardır. Lennie diye bir karakter vardı. O karakteri oynamayı çok isterim. İyi oynayacağımı da düşünüyorum.

Beklediğiniz teklif var mı?

Hayır. Oyun yazarlığım var işte. Son 6-7 yıldır da bu kadar bilgi birikimini biraz oyunculuğa dökmek istedim. Uyarlama 2 oyun yaptım devlet tiyatrosu komisyonundan da geçti. Birisi 'Köpek Kalbi' onu uyarladım bir de 'Mahşer' romanını uyarladım onu verdim. Bu sene 3 tane kendi yazacağım tiyatro oyunu var. Bir kafamı düzenleyip, rahata kavuşturursam onları yazmayı düşünüyorum açıkçası. Güzel hikayeler olduğunu düşünüyorum bakalım ne çıkacak.

Editör: Haber Merkezi