Son yazımızda 20. Yüzyıl sosyalizminin tarihsel deneyiminin, 'sınıfsız toplum' ütopyası ile ulusal duygular ve gerçekliğin birleştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu ortaya koyduğunu...
21. Yüzyıl sosyalizminin, bu gerçeği göz önüne almak zorunda olduğunu...
Günümüzün dünyasının, hala Marx ve Engels'in hayal ettiği dönüşüm ya da Lenin'in Ekim Devriminden kısa bir süre önce kaleme aldığı 'Nisan Tezleri'nde özetlediği toplum modeli için yeterince olgunlaşmış olmadığını söylemiştik.
***
Kalıplaşmış düşüncelere oldukça ters olan bu yargılarımızın kısa da olsa bir açıklama gerektirdiğini biliyoruz...
Marx ve Engels, sınıfsız toplum olarak sosyalizmin gerçekleşmesini temelde iki koşula bağlamışlardı:
Birincisi, geçici bir yönetim olan 'proletarya diktatörlüğü'nün giderek gereksiz hale gelerek süreç içinde yok olması... İkincisi, kapitalist ilişkilerin temelinde yatan artı-değer yasasının ortadan kaldırılması.
***
Bugüne kadar sosyalist partilerin iktidara geldiği ülkelerde, proletarya ya da emekçi işçi ve köylü kitlelerinin özyönetimi yerine genel olarak parti ve partinin güdümlediği bürokrasinin egemenliği gerçekleşmiş, bu yönetim biçimi de zayıflayıp kaybolmak yerine giderek daha karmaşık ve komplike biçimler altında güçlenmiştir...
1917 Devriminden sonra Rusya'da uygulanmaya çalışılan doğrudan işçi ve köylü sovyetlerine dayalı yönetim biçimi iç savaşın da etkisiyle yerini otoriter yönetim ilkelerine bırakmış, bizzat Lenin bu durumdan şikayet ederek son yazılarında sürekli bürokrasi tehlikesine dikkat çekmiştir...
Sovyetler Birliği'nin ve Doğu Bloku'nun dağılmasında en büyük etkenlerden biri de kitleleri bunaltan bürokratik yönetimin bir noktadan sonra iflas etmesidir.
***
Şunu da hemen belirtelim...
Bu süreç, her zaman sosyalist partilerin ya da yöneticilerin bilinçli bir tercihi ya da bu yöneticilerin kötü niyetli olmalarının (muhakkak arada böyle olanları da vardır) bir sonucu değildir...
Esas neden, emlekçi kitlelerin siyasal örgütler tarafından yönlendirilmedikleri ve örgütlenmedikleri takdirde ülkeyi yönetecek olgunluğu gösterememeleridir.
***
Artı-değer yasasının ortadan kaldırılmasına gelince...
Değer yasası, değişimin ve piyasanın olduğu her yerde geçerlidir. Kapitalist sistemde artı-değer, işçinin ya da emekçinin aldığı ücretin karşılığı olan değeri ürettikten sonra kapitalist için de bir artı değer yaratmasından doğar. Ancak emek, doğası gereği somuttur; oysa piyasa sistemi içinde emeğin 'soyut' hale getirilmesi ve farklı tipte emeklerin ortak bir ölçüye vurulabilmesi gerekir. Piyasada, ücretler emeğin zorunlu kısmını belirlerken artı-değer kapitalistin kasasına girer...
Marx'ın sınıfsız toplum anlayışı, bu yasanın ortadan kaldırılmasını ve toplumsal emeğin tümüyle toplumun hizmetine verilmesini gerektirir. Bu şimdiye kadar hiçbir sosyalist ülkede gerçekleştirilememiştir. Dolayısıyla sosyalist ülkelerdeki ekonomistler 'sosyalist piyasa ekonomisi' diye bir kavram geliştirerek bu gerçeğin üzerini örtmeye çalışmışlardır. Ancak, hayatın gerçekleri kendini göstermiş, özel mülkiyetin kaldırıldığı koşullarda bile artı-değer varlığını sürdürmüştür. Değişen şey emekçilerin sosyal haklar ve ücret düzeylerinin bir miktar yükselmesi, artı değerin bireysel kapitalistler yerine devletin kasasına girmesidir. Lenin'in Ekim Devrimindern sonra kurulan ekonomik sistemi 'sosyalist sistem' değil 'tekelci devlet kapitalizmi' olarak nitelemesinin nedeni budur. Lenin, bu sistemi, geri bir kapitalist ülke olan Rusya açısından 'ehveni şer' olarak görüyor ve Komünist Partisi'nin egemen olduğu toplumda zamanla sosyalizme dönüşeceğini umut ediyordu. Ancak bu umut ne Sovyetler Birliği'nde ne de başka bir sosyalist ülkede gerçekleşebilmiştir.
***
Günümüze dönersek...
Geçtiğimiz Haziran ayında Çin'de 70'i aşkın ülkeden 100'den fazla sosyalist partinin katılımıyla yapılan 'Dünya Marksist Partiler Forumu'na ÇKP adına bir mesaj gönderen Çin Devlet Başkanı Şi Jinping'in Marksizmin yaşadığı bu tür sorunlardan hiç söz etmemesi ve Çin'in 'kendi ulusal koşullarını ve zamanın şartlarını göz önünde bulundurmaya ve Marksizmi zenginleştirmeye hazır olduğunu açıklaması' anlaşılabilir bir şeydir...
Foruma katılan diğer sosyalist parti temsilcileri de genellikle sosyalizmin günümüzdeki sorunlarının nasıl giderileceği meselesine değinmeden, neo-liberalizmi eleştirmişler, kalkınmanın yalnızca sosyalizmle mümkün olacağını, ABD'nin küresel egemenliğine karşı ulusların birleşerek haklarını savunmalarının sosyalizme duyulan ilginin artmasıyla kolaylaşacağını savunan konuşmalar yapmışlardır.
(Devam edecek)