Önceki yazımızda halen bir ütopya olmaya devam eden sosyalizmin bir ideoloji olarak Rusya ve Çin başta olmak üzere bir çok ülkede egemen olduğunu, ancak zaman zaman federatif devletler ya da farklı devletlerden oluşan bloklar oluştursa bile 'ulusal' çerçeveyi aşamadığını söylemiş...
Birinci Dünya Savaşı başlarken, o dönemde II. Enternasyonal adı verilen uluslararası örgüte mensup partilerin tamamının, kendi sınıflarının değil kendi uluslarının savaşını vermeyi tercih etmesi karşısında bu partilerin yöneticilerini 'dönek' olarak adlandıran ve sosyalizmin ancak işçi sınıfının enternasyonal dayanışması sayesinde oluşabileceğini düşünen Lenin'in bile, o dönemin en güçlü kapitalist ülkeleri olan İngiltere ve Almanya'daki işçi partilerinin Rusya'daki sosyalist devrime tavır alması üzerine devrimini 'devlet kapitalizmine' dayanan 'ulusal' bir çerçeve içine yerleştirmek zorunda kaldığını...
Onun ardılı olan Stalin'in ise Sovyet Rusya'nın 'kurucu babası' olmayı tercih ettiğini sözlerimize eklemiştik.
***
Gerçi Stalin'in kendisi Gürcü idi ve amacı 'ulus' kavramına yeni bir içerik kazandırarak bir 'Sovyet ulusu' yaratmayı amaçlıyordu...
Ama İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzerine o da Rus ulusuna dayanmak zorunda kaldı...
Dünyanın nüfus açısından en büyük devleti olan Çin'de sosyalizmi kuran Mao Zedung'un iktidara gelmesini sağlayan da Japon işgaline karşı Çin ulusunun milliyetçi duygularını sosyalist ütopyanın çekiciliği ile birleştirebilmiş olmasıydı.
***
Daha sonraki gelişmelere baktığımızda Vietnam'dan Arnavutluk'a kadar tüm sosyalist devletlerin ulusal kurtuluş savaşlarıyla iktidara geldiklerini ve kurdukları yönetimlerin ulusal çıkarlara öncelik verdiklerini görürüz...
Sovyetler Birliği ve Yugoslavya gibi 'çok uluslu' sosyalist devletlerin dağılmasında da belirleyici etken, bu federal yapılar içinde birleşmiş görünen farklı ulusların ulusal duygularının 'sınıfsal' bir temelde birleştirilememiş olmasıdır...
Bu gelişmelerin ışığında Birinci Dünya Savaşı sırasında II. Enternasyonalin dağılma sürecine baktığımızda, bu dağılmada en önemli rolü, önderlerin dönekliğinden çok, o partiler içinde toplanmış olan işçi ve emekçilerin ulusal duygularının sınıfsal dayanışma bilinçlerine üstün gelmesinin oynadığını söyleyebiliriz.
***
Dolayısıyla, 1917 Rus Devriminden bu yana kurulmuş olar tüm sosyalist devletler, bir bakıma ulusal devletler olmuşlar ve benimsedikleri sosyalist ideolojiyi ulusun çıkarları, gelenekleri, duyguları ile bağdaştıramadıkları durumda iktidarlarını yitirmişlerdir...
Oysa Marx ve Engels başta olmak üzere Marksizmin kurucuları, sosyalizmin en gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının enternasyonalist dayanışma içine girerek yapacakları 'uluslarüstü' bir devrimle gerçekleşeceğini ve bu devrimin birleşik işçi devletlerinin kaynaşmasıyla kurulacak kısa bir 'proletarya diktatörlüğü' döneminden sonra 'sınıfsız' ve 'devletsiz' bir topluma evrileceğini hayal etmişlerdi...
Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ve onun etrafında birleşmiş 'sosyalist blok'un dağılmasının ardından bu olayı ulusal gerçekliğin aşılamamasına bağlayan ve 'ulusal gerçeklik'in üzerinden atlayarak bu düşü gerçekleştirmeye çalışan görüşler ve akımlar yeniden ortaya çıkmışlardır; ancak bu akımların sonunda ya neo-liberalizme ya da 'mikro milliyetçiliklere' kaymaları, sorunun 'kuruluş ayarlarına' dönerek aşılamayacağını göstermiştir.
***
20. Yüzyıl sosyalizminin tarihsel deneyimi, 'sınıfsız toplum' ütopyası ile ulusal duygular ve gerçekliğin birleştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu ortaya koymuştur...
21. Yüzyıl sosyalizmi, bu gerçeği göz önüne almak zorundadır...
Ulusal gerçekliğin üzerinden atlamaya çalışmanın ya da milliyetçiliğin dar kalıplarına dönmenin çözüm olmadığı görülmüştür. Günümüzün dünyası, hala Marx ve Engels'in hayal ettiği dönüşüm ya da Lenin'in Ekim Devriminden kısa bir süre önce kaleme aldığı 'Nisan Tezleri'nde özetlediği toplum modeli için yeterince olgunlaşabilmiş değildir.
***
Geçmiş deneyimin ortaya koyduğu ve göz önüne alınması gereken bir başka gerçek de, sosyalizmin insanlığın eninde sonunda varmak zorunda olduğu bir aşama olmayıp bir 'olasılık' olduğudur...
'Sosyalist ütopya'yı gerçekleştirmek için yapılacak girişimler geçmişte olduğu kadar gelecekte de dolaylı yollardan ilerlemek zorunda kalacak, sosyalist karakterlerini ulusal devletlerin, kültürlerin ve ekonomik çıkarların günümüz dünyasını tehdit etmeye devam eden emperyalist güçler karşısında birleşmesi ve dayanışmasını sağlayabildikleri ölçüde güçlendirebileceklerdir...
Bu görevi yerine getiremedikleri takdirde geçici başarılar kazanılsa bile, bir süre sonra eski rejimler şu ya da bu şekilde 'restore' edileceklerdir.
(Devam edecek)