İnsanın içe dönük halini resmeden Azime İpek’in çalışmalarındaki figürler, genelde sırtını dönüyor. Çünkü sanatçıya göre en derin yüzleşme, gözle değil sırtla oluyor. İpek ile çalışmalarını, hayatı kavrayışını, direncini ve manifestosunu konuştuk.
• Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Azime İpek kimdir?
1999 yılında Diyarbakır’da doğdum. Renkleri düşünen imgelerle anlatan ve resim yapmayı bir iç dünya aynası aynı zamanda yaşam biçimi olarak görüyorum. Sanat benim için sadece bir ifade biçimi değil aynı zamanda bir varoluş şekli. 2018 yılında Adıyaman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümüne girdim. 2021 yılında 5 ay University of Veliko Turnovo St Cyril and St. Methodius’ da Erasmus öğrencisi olarak eğitim gördüm. Pek çok karma sergi ve fuarlarda eserlerim sergilendi. Aynı zamanda yüksek lisans eğitimime devam ediyorum. Resim dışında gezmekten, müzik dinlemekten ve sevdiğim arkadaşlarla bir araya gelmekten çok hoşlanıyorum.
• Çizgilerle olan hikayeniz nedir? Resim sanatına sizi hangi angajmanlar çekti? Siz mi resmin peşinden giderek buluştunuz yoksa resim mi sizi buldu?
Kıyafetlere yerleşen her bir çizgi o kişinin yaşadıklarını, hissettiklerini ve yürüdüğü yolu anlatır. Kimi çizgi bir hatıra kimi bir yara kimi bir hayaldir. Desenler sadece birer süs değil; zamanın deneyimin ve ruhsal dönüşümün izleridir. Benim çizgilerim insanların görünmeyen taraflarını anlatmak için var. Aslında beni resme çeken şey bir arayıştı. Kendime, insana ve hayata dair cevaplar değil, sorular bulmaktı belki de. Görsel olanın sözcüklerden daha derin bir anlatım gücü olduğunu fark ettim. İnsan figürleri üzerinden içsel durumları, duyguları ve kültürel çatışmaları anlatma isteği beni bu alana yönlendirdi. Ayrıca geleneksel motiflerle büyüdüm. Bu kültürel mirasla kişisel deneyimlerimi birleştirme arzusu, resimde kendi yolumu aramama neden oldu. Modern yaşamla gelenek arasında sıkışmış insan halini anlatmak istedim. Çünkü ben de o arada bir yerde durduğumu hissettim. Resim benim için sadece bir ifade aracı değil; aynı zamanda bir varoluş biçimi. Sanatla olan bağım bir angajmandan çok bir ihtiyaç haline dönüştü diyebilirim.
Aslında resme olan merakım çok küçük yaşlarda başladı. Evde abilerimin resim yaptığını görerek büyüdüm. Onların kağıt üzerindeki dünyaları bana çok büyülü geliyordu. Çocuk aklımla sadece izlemekle kalmadım; bir süre sonra kalem elime geçti ve kendi dünyamı çizmeye başladım. O an belki farkında değildim ama resim yavaş yavaş beni içine çekmeye başlamıştı. Yani bir yönüyle resim beni buldu ortamımda vardı, beni etkiledi. Ama sonra ben onun peşine düştüm. Kendi anlatacaklarım, kendi sorularım ve kendi çizgilerimle bu ilişkiyi büyüttüm. Başta merakla başlayan şey zamanla bir dil, sonra bir ihtiyaç haline geldi. Bugün dönüp baktığımda, o ilk ilham hala benimle. Ama artık abilerimin değil, tamamen bana ait bir resim diliyle konuşuyorum.
“EN DERİN YÜZLEŞME GÖZLE DEĞİL SIRTLA OLUR”
• Her ressamın bir imzası, üslubu var. Siz kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Benim üslubum, insanın içe dönük halini resmetmek üzerine kurulu. Figürlerim genelde sırtını döner; çünkü bana göre en derin yüzleşme, gözle değil sırtla olur. Sessizdirler ama anlatacak çok şeyleri vardır. Bu yüzden resimlerimde sesin yerini çizgiler alır. Desenler, çizgiler, kıyafetler üzerinde dolaşan formlar benim imzam gibi. Her biri karakterin yaşadıklarını, hissettiklerini ya da taşıdığı kültürel izleri taşır. Dışa değil, içe bakan bir estetik anlayışıyla çalışıyorum. Geleneksel desenlerle modern duyguları buluşturmayı seviyorum. Renklerim de bu duygulara göre değişiyor. Ten, ten olduğu için değil; duygu taşıdığı için o renktedir. Kendimi bir yere ait hissettirmekten çok, içsel bir alan açmak isteyen bir ressam olarak görüyorum. Belki de üslubum dediğim şey insanın görünmeyen tarafını göstermeye çalışmaktır.
“RESİMLERİMLE KENDİ DİLİMİ KURMAYA ÇALIŞIYORUM”
• Çağdaş resim sanatında kendi resminizi nasıl bir yerde görüyorsunuz?
Kendimi çağdaş resmin içinde belirli bir akımın ya da kalıbın tam ortasında değil, kenarında ama bilinçli bir yerde görüyorum. Çünkü benim için resim bir tavırdan önce bir içsel ihtiyaç. Figürlerim, çizgilerim ve desenlerimle kendi dilimi kurmaya çalışıyorum. Bu dil bazen geleneksel motiflerle çağdaş duyguların kesiştiği yerde duruyor. Modern insanın kimlik arayışı, içsel yalnızlığı ya da kültürel sıkışmışlığı benim işlerimin temelini oluşturuyor. Bu anlamda çağdaş sanatın bireysel anlatım gücüne ve çok katmanlı yorumlara açık yapısına yakın hissediyorum kendimi. Ama aynı zamanda kendi köklerimden, geleneksel desenlerden ve kültürel hafızadan da besleniyorum. Yani ne tamamen dışavurumcu ne tamamen kavramsal. Kendi figüratif anlatımı içinde sessiz ama derin bir yerden konuşan bir resim dili oluşturmaya çalışıyorum. Bu yönüyle çağdaş sanatın çoğulcu yapısı içinde kendime ait bir alan açtığımı düşünüyorum.
• Kullanacağınız malzemeler ve boya çeşitleri neye göre şekilleniyor?
Kullandığım malzemeler ve boya çeşitleri o anki duyguma ve resmetmek istediğim figürün taşıdığı anlamlara göre değişiyor. Genellikle daha güçlü ve yoğun bir ifade için yağlıboya kullanıyorum. Bazen de daha sade kırılgan duygular için renkli kalemlere yöneliyorum. Malzeme seçimi, resmin ruhuna eşlik eden sessiz bir dildir benim için.
“KENDİ SESİMİZİ BULABİLMEK ÇOK DEĞERLİ”
• Sanat ve tasarım ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanat ve tasarım ortamını, sürekli evrilen ve birbirine bağlı bir alan olarak değerlendiriyorum. Günümüzde sanat, sadece estetik bir ifade biçimi değil aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir yorumlama biçimi haline gelmiş durumda. Dijitalleşme ve teknolojik gelişmeler, sanat ve tasarımı daha erişilebilir bir hale getirdi. İnsanlar geçmişin sanatsal mirasından beslenerek kendi ifadelerini bulmaya çalışırken, bu süreçte modern toplumun karmaşası, içsel dünyamız ve toplumsal ilişkiler üzerine de düşündürülüyoruz. Sanatçılar olarak bu dinamik ortamda kendi sesimizi bulabilmek ve bireysel bir bakış açısını korumak oldukça değerli.
• Çalışmalarınızı yaparken hangi sanatçılar sizi etkiliyor?
Resim yaparken beni en çok etkileyen sanatçılardan biri Gustav Klimt. Onun desenleri o kadar zengin ki, ilk kez bir tablosunu gördüğümde sadece bir figür değil bütün bir evrenle karşılaşmış gibi hissetmiştim. Egon Schiele’nin figürlerindeki kırılganlık da bana çok dokunuyor; onun resimlerine baktığımda insan bedeninin ne kadar savunmasız ve aynı zamanda ne kadar güçlü olabileceğini görüyorum. Bir dönem sırf bu iki sanatçının kitaplarını karıştırarak saatler geçirirdim. Aynı zamanda çağdaş figüratif sanatçılardan da ilham alıyorum. Tüm bu etkileri, kendi figürlerimi ve anlatmak istediğim hikâyeleri oluştururken özgün bir dille harmanlamaya çalışıyorum.
• Yakın zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğünüz yeni bir proje veya sergi var mı?
Evet haziran ayında gerçekleşecek bir karma sergi de yer alacağım. Şu sıralar onun için yeni çalışmalar hazırlıyorum. Bu sürecin bir parçası olmamı sağlayan yanımda olan ve her zaman beni destekleyen ‘Yeni Nesil Sanat Alanı’ na da ayrıca teşekkür etmek isterim. Bu tarz oluşumlar, genç sanatçılar için çok değerli.