Ukrayna Ortodoks Kilisesinin Fener Ortodoks Partiğinin desteğiyle Moskova Patrikliği'ne bağlılığını sona erdirip 'bağımsız' bir kilise haline gelmesinin bölgedeki güç çatışması ile ilişkileri üzerinde durduğumuz bir önceki yazımızda, bu ayrılığın Rum patrikliğinin 'ekümenik'lik iddiasına güç kazandırabileceğine de dikkat çekmiştik...
Cümlenin bir hayli karışık göründüğünü biliyoruz...
Ancak gerçekten mesele çok karışık... Ve şu 'ekümeniklik' meselesi de dahil, günümüzde yaşanan olayları anlayabilmek için tarihin sayfalarında kısa da olsa bir gezinti yapmak gerekiyor.
***
Hıristiyanlık, daha en başından bölgesel /kültürel çatışmalar, ideolojik tartışmalar ve devlet müdahaleleri nedeniyle bölünerek gelişti...
Başlangıçta Kudüs civarında 'mesihi' bir Yahudi mezhebi olarak doğan bu dinsel akım, kısa sürede İsa'nın havarilerinden St. Paulus tarafından ayrı bir dine dönüştürüldü...
Bir havari olarak kabul edilmesine karşın İsa'yı hiç görmemiş ve çevresinde bulunmamış Tarsus'lu bir Yahudi olan St. Paul (asıl adı Saul), ilk yedi Hıristiyan cemaatini İsa'nın memleketi Kudüs'te değil Anadolu'da oluşturmuştu...
Anadolu, o zamanlar Roma İmparatorluğu'nun bir parçasıydı... Ve St. Paul daha sonra kurduğu bu dini Yunanistan ve Roma topraklarına taşıdı.
***
Hıristiyanlık, Romalıların geleneksel tanrılarını reddettiği için ilk zamanlar İmparatorlar ve din adamları tarafından tepkiyle karşılandı...
Ancak yeni kurulan bu din, Kudüs'teki ilk mezhebin yorumundan farklı olarak çok tanrılı pagan geleneklerden önemli ölçüde etkilenmişti...
O nedenle İsa'yı bir tanrı olarak kabul etse de klasik tek tanrılı dinlerin aksine onu 'üçlek' ('Baba, Oğul ve Kutsal Ruh' tan oluşan) tanrı yapısının bir parçası olarak görüyor, bu da farklı yorumlara yol açıyordu...
Bu 'senkretik' yapı nedeniyle Hıristiyanlık en başından beri çok parçalı bir yapıya sahip oldu ve bu parçalar çoğu zaman birbirine düşmanlık duydu.
***
Hıristiyanlık, daha sonra İran'dan gelerek anadolu'da yayılan Mitra inancıyla da karışarak Roma ordusu içinde hızla yayıldı...
İlk Hıristiyan topluluklarını oluşturanlar, genel olarak kentlerde yaşayan yoksullar, köleler ve çoğu İmparatorluğun uzak bölgelerinden gelen Romalı askerlerdi...
Bu olgu, Roma İmparatorluğundaki toplumsal çelişkilerin giderek bir din kavgası şekline bürünmesine yol açtı.
***
Hıristiyan toplulukların taşıdığı önemi ve çok tanrılı bir dine inanan Romalıların da fazla yadırgamayacağı 'tek tanrılı' bir dinin dağılma tehdidi ile karşı karşıya bulunan Roma İmparatorluğu'nu yönetmede sağlayabileceği avantajları ilk gören imparator Büyük Konstantin oldu...
Konstantin, önemli bir reformcuydu...
Hıristiyanlığın serbest bırakmakla yetinmedi, onu örgütleyerek devlet denetimi altına aldı ve yönetimini sağlamlaştırmak için kullandı.
***
Konstantin'in yaptığı bir başka önemli değişiklik de imparatorluğu 'doğu' ve 'batı' olarak iki yönetim birimine ayırmak ve başkenti Roma'dan yeni kurduğu 'Nova Roma'ya (yani İstanbul'a) nakletmekti...
Konstantin'in bu reformları yaptığı dönemde Hıristiyanlık, imparatorluğun 'Batı' bölümünde kalan 'eski Roma'da bir merkez oluşturmuş bulunuyordu...
Dolayısıyla merkezin de oradan kaldırılıp 'yeni Roma'ya aktarılması gerekiyordu.
***
Bu noktada şunu da eklemek gerekiyor...
Konstantin'in devlet dini olarak organize ettiği Hıristiyanlık, o dönemde Ortadoğu'dan Anadolu, İtalya, Kuzey Afrika ve Akdeniz kıyılarına kadar geniş bir alana yayılmış durumdaydı...
Bu geniş coğrafyada çok farklı kültürlerden gelen rahipler tarafından sayısı bile belli olmayan sayıda 'incil' yazılmıştı ve buralarda oluşan topluluklar rehber olarak bu farklı incilleri kullanmaktaydı...
Konstantin, M.S. 325 yılında kendi başkanlığında bu toplulukların temsilcilerini İznik'te toplayarak dört incil dışında kalan incilleri 'apokrif' (sahih olmayan) kitaplar olarak yasakladı ve kendi Hıristiyanlık yorumunu konsile kabul ettirerek resmi hale getirdi...
Buna rağmen geriye kalan 'sahih' dört incilde farklı yorumlara açık çok sayıda nokta vardı.
(Devam edecek)