Örselenmiş Hayatlar”, “Gen-Etik” ve “Maktul” gibi kitaplarıyla adını edebiyat dünyasına kazandıran Yazar Behiye Ayrıç ile edebiyat dünyasını, kendi kitaplarında vermek istediği mesajları ve bazı toplumsal sorunları Başkent olarak konuştuk. “Kitabın ve yazmanın bir değer kalmadı. Yeteneksiz kalemlerin arasında yetenekli yazarlar kaybolmuş durumda” diyerek bir grup yazar ve okuyucu kitlesinin kalite ve donanımında eksiklikler olduğunu vurgulayan Ayrıç, bazı kesimlerce toplumdaki kadın profilinin olumsuz yönde tanımlanmasına dair de eleştiriler getirdi. Ayrıç, “Kadının gücünden korkan bir güruh var ki bunlar toplumda infial yaratarak kadınların arka plana atılmasını sürekli dile getiriyorlar. Unutmayın zamanında bu dünyada şifacı kadınlar cadılıkla suçlanarak canlı canlı yakıldı” ifadesini kullandı.
· Sizi tanıyabilir miyiz? Yazarlık süreci nasıl başladı?
19 Haziran 1991 Samsun doğumluyum. Dört çocuklu bir ailenin en büyük kızıyım. Eğitim ve öğrenim hayatımı Samsun'da tamamladım. Sosyal Hizmetler ve Muhasebe mezunuyum. İki yıldır hayatıma, yazarlık evim dediğim kitap kafemizde devam etmekteyim. Yayınlanan üç kitabım mevcut. Fütürist bir yazarım çoğu insanın komplo dediği şeylere inanıp peşinden giden biriyim. Yazarlık serüvenine başlarken bu kadar ilerleyeceğimi hiç düşünmemiştim. Sahip olduğum kütüphanede bana ait basılı bir eser olsun derken bu büyülü dünyaya kendimi kaptırdım.
· “Gen-Etik” ve “Maktul” romanlarınıza gelen ilgiyi ve aldığınız tepkileri anlatır mısınız?
İlk kitabım “Örselenmiş Hayatlar” ile yayın hayatına atıldım. Ardından “Maktul” ve “Gen-Etik” romanlarım okuyucusuyla buluştu. Bütün kitaplarım birebir yaşanan hikayelerden uyarlanmıştır. Toplumda okuma oranları çok yüksek olmadığı ve yeni yazarlar çok talep edilmediğinden üstün bir kitleye ulaşamadım. Lakin romanlarımı okuyan tüm kitapsever dostlarımdan olumlu ve motive edici cümleler duydum. Sadece “Örselenmiş Hayatlar” toplumdaki gerçekliği biraz fazla yansıttığı için tepki çekti. Bir genç kadının yaşadığı ensest zorbalığını toplumumuz kabullenemedi. Sanıyorlar ki dünya pürü pak ama her on evden birinde acı gerçekler ile yüzleşiyoruz.
· “Kalp aka erdiğinde başlar her şey. Kimileri yaşananlara ‘Kader’ der, kimileri ‘Kısmet…’ mottosuyla yazmış olduğunuz “Maktul” romanınızda okuyucularınıza vermek istediğiniz mesajları anlatır mısınız?
“Maktul” Türkiye’deki cemaatleri konu alan bir kitaptı. Ben burada cemaatleri kötülemek yerine cemaatlere tapan insanlara kendimce uyarıda bulunmak istedim. Anne ve babalar güvendikleri her şeyden üstün gördükleri tarikatlara çocuklarını emanet ederken bu bana göre doğru bir davranış değildi. Aklı henüz tam ermeyen küçük çocukların bilinçsizce bu kurumlara terk edilmesine bir cumhuriyet kadını olarak ve bir anne adayı olarak gönlüm razı değil. Bu romanımı yazarken şirketinin üst katında bir sübyan mektebi vardı. Ebeveynler küçük beş altı yaşlarındaki çocuklarını oraya bir erkek hocanın eline bırakırdı ve bu bana çok yanlış gelen bir durum.
· “Gen-Etik” kitabınızın kahramanlarını ve büründükleri karakterleri okuyucularımıza tanıtır mısınız? Romanınızdaki karakterler tamamen sizi mi anlatıyor, yoksa çevrenizde şahit olduklarınız mı anlatılıyor?
“Gen-Etik” biraz kurgusal yönü fazla bir kitap. Hukuk profesörü bir adamın illegal hayatını anlatırken, profesörün yaşadığı çatışmayı okuyucum her sayfada kendisi de hissediyor. Aşk, korku, sapkınlık, aile özlemi, kadın cinayetleri, intikam hepsini içinde barındıran bir eser. Kitabın kurgusal yönü fazla olsa da çatışmalar tamamen içimizden.
“ÇOĞU KİTAP KÜLTÜREL YOZLAŞMAYA HİZMET EDİYOR”
· Kaliteli yazarları daha iyi anlayabilmek için kaliteli okuyucu da olmak gerekiyor. Okuyucu kitlesi açısından neler söylersiniz?
Türkiye’de kaliteli bir okuyucu kitlesi maalesef çok az. Okur ve yazar oranlarında yüzde onluk bir fark mevcut. Kendimiz yazıyor kendimiz okuyoruz gibi bir durum söz konusu. İronik. Kitap okuyan kitlenin çoğu bilinen isim yapmış yazarları tercih ediyor, yeni yazarlara şans verilmiyor. Zaten çoğu kitap edebiyata değil de kültürel yozlaşmaya hizmet ediyor. Kitap alanların birçoğu sosyal medyada bir fotoğraf karesi paylaşmak için alıyor.
· Size göre bir yazarın kitaplarında insanın iç dünyasının en gizli kalmış yönlerine erişmek ve bunu okuyucuya aktarmak gibi bir derdi olmalı mı?
Yazarken ne kadar yapmıyoruz desek de mutlaka kendimizden bir parçayı bir travmayı satırlara yansıtıyoruz. İyi bir okuyucu bunu mutlaka keşfeder. Özellikle okuduğunuz yazarlardan mutlaka etkileniyorsunuz. Bunu isteyerek yapmasanız da beyin otomatik olarak yapıyor. Satırların birçoğunda içsel yolculuğumuzun mutlaka izi vardır.
“AMACIM İNSANLARI UYANIŞA GEÇİRMEK”
· Yeni eserler ile okuyucularınızla buluşmaya devam edecek misiniz? Yeni kitabınızın içeriğinden bazı ipuçları verir misiniz?
Yeni kitabım “An-Us Yeni Dünya Düzeni 2030” yeni yılda okuyucularıyla buluşacak. Çoğu insanın komplo teorisi olarak gördüğü şeylere ben inanıyorum. Yeni kitabım mülkiyetsizleştirme, cinsiyetsizleştirme, nakitsiz bir toplum ve metaverse üzerine bilim-kurgu tadında bir roman. Okurlarım her kelimeyi tarayıcıya girip araştıracak. Amacım insanların üzerine oynanan oyunlara karşı onları uyanışa geçirmek.
· Bize kendi perspektifinizden toplumdaki kadının tanımını yapar mısınız? Size göre iş ve ev hayatında kadına bürünen roller ya da basmakalıp tanımlamaları alt edebilme noktasında toplum olarak hangi aşamadayız?
Kadın dediğimde kafamda hep toprak ve bereket kavramları canlanıyor. Rahman ve rahim kavramlarındaki rahim olan kadın yani var eden devamlılığı sağlayan. Maalesef bizim gibi Ortadoğu perspektifinde olan ülkelerde kadın kavramının pek önemi aşılanamıyor. Kadın ve erkek ne kadar eşit olarak bize lanse edilse de güç ve ortak özellikleri birbirinden tamamen farklı. Kadın gücünün ve yeteneklerinin olmadığı bir toplumu hayal edebilir misiniz? İnsanlığın var oluşundan itibaren kadın varlığın sembolüyken Tanrıça figüründeyken savaşlarında etkisiyle kadın arka plana atılmış ve Tanrı figürü ortaya çıkmıştır. Kadının gücünden korkan bir güruh var ki bunlar toplumda infial yaratarak kadınların arka plana atılmasını sürekli dile getiriyorlar. Unutmayın zamanında bu dünyada şifacı kadınlar cadılıkla suçlanarak canlı canlı yakıldı.
· Türk şairleri ve roman yazarları içerisinde örnek aldıklarınız var mı? Onların hangi anlatım tekniklerini kendinize daha yakın hissediyorsunuz?
Ben maalesef kitap okuma kültürünü ilkokul zamanlarında değil de ortaokul çağında yakaladım. Akıcı kitaplar ve roman türleri tercihimdir. Gülten Dayıoğlu, Elif Şafak, Osman Balcıgil, Zülfi Livaneli, Tolstoy, Agatha Christie gibi isimleri bu kapsamda sayabilirim.
“YETENEKLİ YAZARLAR KAYBOLMUŞ DURUMDA”
· Edebiyat dünyasının en önemli sorunlarından bir tanesi, potansiyeli yüksek çoğu yazarın “bilgi kirliliğine” yenilip hak ettiği ilgiyi yakalayamaması… Çoğu yayınevi para kazanmak için eser niteliğine değil, isim tanınırlığına yatırım yapıyor. Bu da değerli yazarların yetişmesini ya da sesini duyurmasını engelliyor? Bu görüşe katılır mısınız?
Kötü yayınevi kişiyi yayınevi sahibi yaparmış, bende de aynı durum söz konusu. İlk kitabımdan sonra yaşadığım sıkıntılar sonucundan birkaç arkadaş birleşerek kendi yayınevimizi kurduk. Kapitalist sisteme kurban gitmemize neredeyse ramak kaldı. Hayatında toplamda 10 kitap okumamış insan oturup kitap yazıyor. Yayınevleri de kapitalist sistemin dayatması sonucu o kitabın içeriğini incelemeden basımını yapıyor. Kitabın ve yazmanın bir değer kalmadı. Yeteneksiz kalemlerin arasında yetenekli yazarlar kaybolmuş durumda. Zaten kitap fiyatları almış başını gitmiş. Uygulanan politikada kimse kitap okumasın diye ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Bu konuda devletin Kültür Bakanlığı aracılığıyla özellikle yayınevlerine destek öneren teklifleri olması gerektiğini düşünüyorum. Ben aynı zamanda yayınevi yönetiminin de içerisinde yer aldığım için süreci yakinen biliyorum. Herkes kitap fiyatlarından yayınevlerini sorumlu tutuyor ama inanın bu konuda en suçsuzu yayınevleri. Bir kere yazarlarla uğraşmak, işin resmi kısmı, baskı maliyetleri ve kitabın riski tamamen yayınevlerinin kucağına bırakılmış durumda. Dağıtımcı firma veya kitap satışı yapan siteler kitabın satıp satmamasıyla hiç ilgilenmezler. Tüm risk yayınevlerindedir. Artı baskı maliyetleri döviz bazlı olduğundan her baskıda değişebiliyor ve matbaalar da her zaman parayı peşin alıyorlar. Devletimizin bu konuya el atması gerekiyor bence… Cumhuriyetin 100’üncü yılında bu durum gerçekten çok üzücü.
· Son olarak sanat yolculuğunuzda sizinle yol arkadaşlığı yapanlara ne söylemek istersiniz?
Ben bu yolda buraya kadar yalnız geldim. Çevremdeki insanların çoğu destek olmak yerine köstek oldular. Beni de ben yapan bu oldu. O yüzden hepsine teşekkür ederim. Böyle aykırı bir yazar olmamı, dik başlı olmamı çevreme borçluyum.