Dün yayınlanan yazımızda, arka arkaya gelen Biden-Erdoğan zirvesi ile Biden-Putin zirvesinden söz etmiş ve ikinci zirve için 'Bu zirve, Türkiye açısından NATO zirvesinden daha büyük önem taşımaktadır' demiştik...

Birinci zirvenin Türkiye Cumhurbaşkanı ile ABD Başkanı arasında gerçekleştiği, ikinci zirvenin gündeminde ise Türkiye'nin yer almadığı düşünüldüğünde bu saptama ilk bakışta 'absürd bir iddia' gibi görünebilir...

O nedenle ikinci zirvenin ayrıntılarına girmeden önce söz konusu saptamayı yaparken hangi olgulardan hareket ettiğimizi kısaca açıklamamız gerekir.

***

Türkiye'nin son dönemde izlediği dış politika esas olarak iki ülke ile olan ilişkileri tarafından belirlenmektedir. Bunlardan birincisi ABD, ikincisi Rusya'dır...

ABD, NATO'nun yönlendirici gücü olarak 'stratejik müttefikimiz'dir ve ülkenin ekonomisi, siyaseti, askeri sistemi üzerinde belirleyici bir ağırlığı vardır...

Rusya ise Sovyetler Birliği olarak bütün bir 'soğuk savaş' dönemi boyunca 'stratejik düşmanımız' olmuştur.

***

Sovyetler Birliği'nin tasfiye edildiği ve Rusya'nın ise ABD'nin denetimine girdiği Gorbaçov ve Yeltsin dönemlerinde Türkiye ABD'nin sadık bir müttefiki olmaya devam etmiş ve hem siyasal hem de ekonomik alanda ABD'nin empoze ettiği politikaları uygulamıştır...

O dönemde ABD'nin 'küresel efendi' rolü hemen hemen tüm dünyada kabul edildiğinden Türkiye ile Rusya arasındaki düşmanlık da ortadan kalkmıştır... Ancak Putin döneminde Rusya'nın toparlanması ve yeniden güçlü bir oyuncu olarak dünya sahnesine girmesiyle uluslararası sahnede önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır...

Bu değişikliklerin başında ABD'nin küresel egemenliğinin sarsılması ve Rusya ile Çin'in 'çok kutuplu yeni dünya'nın güçlenmekte olan devletleri olarak ABD ile rekabet etmeye başlamaları gelmektedir... Daha sonra Rusya ve Çin, ABD'nin hegemonyacı tutumuna karşı güç birliğine yönelmişlerdir.

***

Türkiye, sözünü ettiğimiz bütün bu süreç boyunca ABD'nin etki alanı içinde kalmaya devam etmiş ve ortaya çıkan yeni güç mücadelesinde sürekli ABD'nin yanında saf tutmuştur...

Bu durum en açık bir biçimde Türkiye'nin ABD tarafından geliştirilen Büyük Ortadoğu Projesine destek olması ve ABD ve Rusya'yı özellikle Suriye alanında karşı karşıya getiren 'Arap Baharı'nda ABD'nin kurduğu 'koalisyon güçlerine' katılması olayında ortaya çıkmıştır...

Rusya, Sovyetler Birliği'nin çöküşünü izleyen dönemde izlediği pasif politikayı bırakıp ilk kez Suriye'de 'alana indiğinde ise 'Türkiye ile Rusya bir kez daha karşı cephelerde yer almışlardır.

***

Bu aşamadan sonra Türkiye-Rusya ilişkilerinde zigzaglı bir dönem başlamıştır...

İlk olarak, Esad rejiminin ayakta kalacağı anlaşılınca Rusya ile doğrudan çatışma riskini göze alamayan ABD ve Avrupalı müttefikleri, 'vekalet savaşı'nı Türkiye aracılığıyla sürdürme politikasını uygulamaya koymuşlar...

Bu durum Türkiye ile Rusya'yı askeri alanda karşı karşıya getirmiştir.

***

Daha sonra, yaratılan gerilimli ortamda bir Rus savaş uçağı Türk F-16'ları tarafından düşürülmüştür...

Bu olay üzerine Türkiye, NATO'nun kendisine destek olarak 'sahaya inmesini' ya da askeri desteğini artırmasını beklemiştir... Ancak bu beklenti gerçekleşmeyince gerginliğin yarattığı askeri ve ekonomik yükler Türkiye tarafından üstlenilmiştir...

Bu da yetmezmiş gibi, Suriye'de 'İslamcı muhalefet güçleri'nin Suriye hükümetini devirmeye gücünün yetmeyeceğini gören ABD ve Avrupalı müttefikleri, o zamana kadar ÖSO aracığıyla uyguladıkları 'Eğit-Donat' politikasını Türkiye'nin üzerine yıkmışlar ve PKK'nin Suriye'deki uzantısı PYD'yi 'kara orduları' olarak sahaya sürmüşlerdir.

***

Rusya karşısında ekonomik ve askeri yönden yalnız bırakılan ve PYD'nin Suriye'de ABD denetiminde bir egemenlik alanı yarattığını gören Türkiye, bu duruma tepki göstererek Rusya ile ilişkilerini düzeltme yoluna gitmiştir...

ABD, bu yönelişe FETÖ aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılan 15 Temmuz askeri darbe girişimiyle cevap verince de...

Rusya ile ilişkiler askeri, siyasi ve ekonomik alanlarda hızlı bir biçimde gelişmiştir.

(Devam edecek)