• Sanat hayatınız nasıl başladı ve sanat anlayışınız nasıl şekillendi?
Adım Barış Ünlü. Eğitim sürecimi Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel ana sanat dalı üzerine tamamladım. Uzmanlık alanı olarak anıt heykeli üzerine çalışmalarımı kendi atölyemde devam ettirmekteyim. Bu alana doğru başlayan serüvene bilinçli bir yönelim diyebilirim. Akademiye giden bu yapının ardılında, çocukluğumda oyunlarla başlayan bir keşfediş var aslında. Kendimizi de şekillendirdiğimiz bir öğrenmenin bizi çevrelediğini hissediyorsunuz zamanla. Bilinçli öğrenmenin adresi olarak akademi burada bir ilk adım görevi görüyor. Tabi doğal olarak bu yapıya yönleniyorsunuz. Eğitim sürecinde emekleyen fikirleriniz öğrendikçe farklı yapıları keşfediyor. Heykelin tarihi, estetik yapıların psikolojik ve sosyolojik etkileri, felsefi olarak sanat eylemi gibi bir çok üst başlığı düşünsel olarak aralayan alanlarla diyalog kurmaya başlıyorsunuz. Bu diyaloglarda merkeze kendinizi koyduğunuzda aslında süreç şekillenmeye başlamış oluyor. Bir tamamlanmadan bahsetmek mümkün değil, süreç var oldukça devam ediyor. Ama kısa bir bakış açısı gerekirse; eylemsel ve düşünsel bir alan olan yaratma becerisinin heykelin problem çözme alanına karşılık gelerek plastik bir değer kazanması diyebilirim. Şekil kazanan burada tam da biz oluyoruz. Hayatı yaşama biçimi olarak seçtiğimiz anlamlı ve farkında olduğumuz bir alanda kalma istemi sanatta tanımlanıyor haliyle. Bu süreçte ne yaşanıyorsa bizim oluyor. Sürecin sonunda ortaya koyduğumuz eserlerin yarattığı düşünsel ve estetik alansa izleyiciye ait oluyor.
• Anıt ve Heykel Uygulama Atölyesi'nin çıkış sürecini anlatır mısınız?
Bir ihtiyacı karşılama gerekliliği diyebiliriz. Yalnız bu ihtiyaca iki yönlü olarak bakmamız gerekiyor. Sanatsal faaliyetlerini ve hayatını idame etmek isteyen heykeltıraş öznesi ile toplumsal belleğini taze tutmaya çalışan sosyal organların bu ihtiyacını anıtsal bir yapıda topluma sunma isteğinin heykeltıraşla karşılık bulması gerekmekte. Tabi bahsettiğimiz bu yapının heykeltıraş açısından mesleki olgunlaşma ve yeterlilik gibi uzun bir sürece karşılık geldiğini belirtmem gerekiyor. Uzmanlaşma dediğimiz bu süreçte heykelin anatomi ve estetik yönden çözümlemeleri klasik heykel için muazzam derecede önem arz etmekte. Heykelin çevreyle kuracağı diyaloğun doğru oluşması için projelendirme, yapı kurma, doğru biçimlendirme gibi aşamaların çözümlenmiş olması gerekiyor. Anıt heykel büyüklük bakımından diğer heykel yapılarından biraz farklı olduğu için kullanacağımız yapı bozumlar bile etkiyi arttırabildiği gibi heykelin yetersiz olmasını da beraberinde getirebilmektedir. Bunu gözeterek yaklaştığımız bir süreç sonunda üst bir aşama diyebileceğimiz kamusal alanlara talip olarak kalıcı bir eser bırakma arzusu bu atölyenin kuruluş öyküsünün omurgasını oluşturduğunu söyleyebilirim.
'HEYKEL SANATINDA KORKMA, İTKİ GÖREVİNİ ÜSTLENDİ'
• Heykel sanatının köklü bir geçmişe sahip olduğunu biliyoruz. Sizce bu ihtiyaç ne için doğdu?
İnsanı var eden değerlerin temelinde korkma öğesinin yeri bu alanda da sanırım bir yön verme olmasa da itki görevi üstlenmiştir. Bilginin ihtiyaç duyduğu alanın henüz yeterli olmadığı bir zamanda insanların anlama sürecinde doğa üstü tanımlar yapmayı tercih etmiş olmaları oldukça anlaşılabilir. Doğayı anlamaya çalışan insanoğlunun anlamlandıramadığı şeylerden korkması kadar doğal bir şey olamaz. İlginç olan ise bu yapıyı mitler ile açıklama yolunu seçerek bir karşıtlık yarattığını görüyoruz. İnancın yapısında da bu korkma dürtüsünün içerisinde taşıdığını görmekteyiz. İlkel insanın kendini koruma güdüsünde kendinden daha güçlü bir varlığı tasvir etme çabası sanırım heykelin başlangıç öyküsünü oluşturmaktadır. Tılsım tanımı ile farklı anlamlar yüklediği bu küçük objeleri yanında taşıyabileceği şekilde biçimlendirmesi zamanla yerleşik yaşam ile farklılaşarak inançsal olanın diğer bireylere sunulmasıyla da heykelin boyut ve biçim değişikliğine gittiğini söyleyebiliriz. Müzeler ve ören yerlerinde gördüğümüz çoğu heykelin pagan inanışına göre yapılma gayesi de bu anlayış ile mümkün olmuştur. İnancın itme görevi taşıdığı heykelin ise çağımızda estetik yönünün önde olduğunu görüyoruz. Bilginin yayılma alanının genişlediği, toplumların ise bu alandan edindiği kazanımlarla mekanlarında heykele bir değer olarak anlam yüklemesi ise bu basit düşüncenin inanılmaz dönüşümünden ileri gelmektedir. Korkmak; insanın anlamlandırma çabasında itici bir güç olarak binlerce yıllık sürecini heykel alanına taşımasaydı sanırım günümüz sanatı açısından insani yönlerimizden bir hikayemiz eksik kalırdı.
• 'Sanat' ve 'Sanatçı' kavramlarının sizdeki karşılığı nedir?
Sanat anlaşılabilir bir alanın toplumsal olarak anlaşılmaz olduğu düşünülerek, ya uzak durulduğu ya da basite indirgenerek bir ifadeye büründürülmeye çalışılan felsefenin bile inceleme öğesini oluşturan bir alan demek inanın daha kolay bir açıklama olur. İroniyi bir kenara bırakırsak sanat tanımı oldukça farklı bir yapıya karşılık gelmekte. Öncelikle boşlukta olan bir kavramın vücut bulması için gerekli olan öğelerin açıklanması gerekmekte. Bir yerden başlamak gerekirse sanat kavramı bugün batı dediğimiz bir kültürün bize dayattığı şekilde incelenmekte ve öğretilmekte ne yazık ki. Burada hakim olan gücün kültürünü ihraç ettiği gerçeğini bilmemiz gerekiyor. Bahsettiğimiz gibi hakim gücün kendine ait oluşturduğu bir tarih anlayışı bir çok alanı kuşatmakta. Dayattığı kültürü sanat alanında hakim anlayış olarak görüyoruz. Diğerini yadsıyan, gelişmemiş ya da arkaik tanımıyla kendi içinde etnik olarak sınıflayarak hakim olduğu bu alanı savunması oldukça katı diyebiliriz. İlginç olansa bu hakim kültürün kendini devam ettirmesini üçüncü dünya ülkelerindeki etnik olarak katalogladığı yapıtlar ve sanatçılar yoluyla sürdürme krizi. Batı kültürüne ait düşünürlerin fazlasıyla kafa yorduğu sanat kavramını batı merkezine alırken bizim gibi ülkelerin öykünme ve -mış gibi yapmasını biraz mazur görmeliyiz. Zira akademi olan ilk adımlama yerlerini ulaşılabilecek üst nokta ya da kriter olarak görmemizde üçüncü dünya ülkelerine has kolaycılık yapısı sebep olmaktadır. En basitinden batı kültür temelini Apollon ya da Dionizos kültürüne dayandırırken bu kültürün tıkanması durumunda yeni bir söylem geliştirme çabasına girmektedir.
'KOPYACI BİR KÜLTÜRÜN DEJENERE OLMAMASI SÖZ KONUSU OLAMAZ'
Biz ise yüzeysel yaklaşımlar ile simule etmekteyiz. Haliyle de kopyacı bir kültürün dejenere olmaması söz konusu olamaz. Bize ait bir anlayışın gelişmesi için öncelikle bu alana batı düşünürlerinden Heidegger'in açıkça söylediği gibi 'yorumlamak için önyargının zorunlu olduğunu' bilmemiz gerekir. Önyargı kaçınılmaz olduğuna göre bize düşen bu önyargıları kaldırmak değil öncelikle bunları açıkça ifade edebilmemiz gerekmekte ki ilerici olan ön kavrayış aşamasına geçebilelim. Mesela bu yapı bizde de gerçek bir kriz iken kriz kavramı kıta Avrupa'sında temel felsefe geleneği ile bağlantılı bir teolojik bakış açısı barındırdığını bilmeliyiz. Bu düşüncede kriz kavramı merkezde olmuştur. Köklerinde dinden kopuşu kritik olarak işlemişlerdir. Modern insanın da aşkın öge olarak niteledikleri tanrı kavramıyla koyduğu mesafeyi kritik kavramında ifade ederken dünyada manevi olarak yersiz yurtsuz bir evsiz olarak krizde görme eğilimi taşımışlardır. Mesela çok bilindik düşünürlerinden Nietzsche Avrupa düşüncesini merkeze alırken krizin sebebini Dionizos kültürüne dönmeli diye nitelediğinde Yunan kültürünü bugünkü batı gibi tarihlerinin merkezini aldığını ve bunun onlar için ana kültür beşiği olduğu bilgisine sahip olmalıyız. Kısaca batı açısından bakmayı bırakıp kendi kültürleri dışında ötekileştirdiği bir kültüre sahipsiniz ve batı kültürünün egemen olduğu sanat kavramının aşkınlık alanı olduğunu bilmeniz gerekmekte. Sanatçının ise bu alanda tinsel bir alan yaratma çabasına sahip bir birey olduğunu düşünebiliriz. Bağlamak gerekirse mühim olan bu kültüre eklemlenme çabasında bir önyargı temsilcisi mi yoksa bilinçli bir farkındalığa ulaşarak varoluşunu değerlere bağlama çabasında olduğunu sanatçı kendi sorgusuna alması gerekir. Bu da onun üzerine düşen bir görevdir.
• Eserlerinizde öne çıkan temalar nelerdir?
Yapının tasarım aşamasında belirlenen bir tema yerine ana unsur anıtın simge değeri taşıyacak bir kurguya sahip olması gerekliliğini ön plana almaktayım. Konunun toplumsal belleğimizde nasıl bir yere sahip olduğu araştırmasından sonra anıtın yapım aşamasına kadar geçen süreçte bazen kahraman bazen romantik kısaca yapılacak anıtın kapsamı içinde tasarımı tamamlayarak yapıyı oluşturmaya başlıyoruz. Klasik heykele hareketin donuk bir yanılsaması gözüyle bakarsak bilindik hareketlerden kaçıyorum. Anıt çalışması insanları etkileyen bir çekim alanı yaratmalı diye düşünmekteyim. Bu yüzden en etkili olduğunu düşündüğüm bir pozu tercih etmekten çekinmiyorum. Eli cebinde ya da bir eli havada figürleri kolaycılığa kaçmak olarak değerlendirmekteyim.
• Sanatçılığınızın yanında bir de eğitimci kimliğiniz var. Sizce öğrencilere dönük sanat eğitimi nasıl olmalıdır?
Açıkçası geleneksel anlamda bir eğitim ekolünden bahsetmemiz gerekirse usta çırak ilişkisi bizim sektörümüzde uzun soluklu olarak şu aşamada mümkün gözükmemektedir. Burada eğitim sanırım birazda akademi dediğimiz ilk adım yerlerinde sıkıştı. Ardından gelen süreçte kimse eğitimin düşünsel bir ilerleme gerektirdiğini pek de önemsememekte. Bireysel olarak bu alanda fazlasıyla bir kavram karmaşası var. Tepeden inme, sorgulanmayan, ileriye yönelik bir yapıyı incelememiş ya da yüzleşmemiş bir bilgi kümesinde öğrenci kendisini fazlasıyla ilerici görmekte. Haliyle egonun yapma kültüründe bir engel oluşturduğunu fark etmesi zaman alıyor. Eğitimci ise bilgi öznesi olduğu kadar ilerici bir unsuru hareket ettirdiğini ne yazık ki bilmiyor. Militarize dediğimiz toplumlarda bunun görünmesi oldukça doğal olduğu gerçeğinden hareketle sanat kurumlarını ve sanatçı adaylarını bu çelişkiden kurtarabilecek doğru bir eğitim modeline sahip olduğumuzu düşünmüyorum. Oldukça değerli bir soru olduğu kadar uzun soluklu bir olguyu derinlemesine konuşmamız gerekiyor. Kamu alanlarını işgal eden niteliksiz yapıların heykel alanına güvensizliği körüklediği kadar saldırıları da peşinden getirdiği dehşetine tanık olmak ciddi anlamda üzücü. Burada belediyelerin hatası oldukça fazla. Sanat danışmanları yok denecek kadar az, keza bilirkişiler de öyle. Muhasebe odaklı sanat çalışması görünen sonucu vermekte. Çok seslilik yerine tek boyutlu çalışmalar kendini tekrar eden denetimsiz bir kakafoniye hakim ne yazık ki.
• Tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Geleneksel olmayan heykeller diyebilirim. Şunu da ilave olarak belirtmeliyim ki bu cümlem havada kalmasın. Toplum olarak bu alanda belleğimiz henüz emekleme evresinde diyebilirim, yüz senenin üzerinde olan bir yapıyı devam ettiriyoruz. Bizden önce bu alanda ilerlemiş heykeltıraşların kazanımlarını bizden sonrakilere değer katarak ilerletme çabası diyebiliriz. Tarz olarak Sovyet Rusyası heykeltıraşlarını kendime yakın görüyorum. Bir olayı topluma sunmaları, biçim dili olarak anıtlarda dönemleri içinde oldukça iyi yol kat ettiklerini düşünüyorum. İdeolojik olarak desteklenen heykelinin ifade ettiği dilin güç kazanması ayrı bir konuşma konusu olabilir. Avangard sanatçılarını belirtmemek bu döneme saygısızlık olur. İlerici yönlerini çok sonra anlasak da çağdaşları içinde ne yazık ki değer bulamamışlar. Bir ödenek vermek gerekirse Paris fuarı için yapılan yarışmada Tatlin kaybederken Eyfel bugün bir ulusun simgesine dönüşüyor. İşte o heykeltıraşı bugün sadece avangard sanatçı olarak anektod bir bilgi olduğunu bilmekteyiz. Oysa ki yaptığı kule ile yapı söküm olan Dekonstürktivizm kavramında bir ilk olarak bugün mimari uygulamalarda bilinmese de yerini korumaktadır.
'GERİ DÖNÜŞLER GURURUMU OKŞUYOR'
• Eserlerinizi genellikle nerelerde sergiliyorsunuz? Geri dönüşler nasıl oluyor?
Üretimlerim genel olarak kamu alanlarında sergileniyor. Haliyle topluma sunulacak bir yapının kamu tarafından kabul edilmesi oldukça önemli. Zira orayı işgal eden bir anıtı yapılandırıyorsunuz. Onun için ince elenen oldukça fazla çalışma saatinin sonunda yeterli yerine daha fazlasını ortaya koymanız gerekiyor. Aynının tekrarına düşmeyen kamu alanlarında sergilenerek çekim alanı olacak bir projeye talip olunma bilinci ile yaklaşmak sanırım ilk önceliğim olduğu için geri dönüşler gururumu okşuyor. Tabi belediyelerin bana bir şekilde ulaşması bu yapının doğru kurulduğunun da bir göstergesi olsa gerek.
• Günümüzün estetik anlayışında bir dönüşüm yaşandığını düşünüyor musunuz?
Bizim alanımızda yani sanatta şöyle bir kavram var. Oda 'kiç' olarak ifade edilmekte. Bu fabrikasyon ifadesi için sıradan herkeste bulunan yegane ve tek olma özelliğini kaybetme, değersiz bir yapıya dönüşme diyebiliriz. El işi dediğimiz tam olarak buna karşılık gelmekte ve yeganedir. Bir elin hatalarıyla da olsa bir çok kaygıyı içinde barındıran bir süreci alıcıya sunması diyebiliriz. Bence değerli olan bu yapı bir çoğumuz için oldukça değerli. Kapitalist bir sistemde bize ait tek bir şeye sahip olma arzusu sanırım hiç bir zamanda terk edilemeyecek.
• Geleceğe dönük hedeflerinizi anlatır mısınız?
Hayatta kalmayı dayatan bir sistemin içinde doğru olduğuna inandığım hayatı yaşamayı seçtiğim alanı kısa da olsa insanlarla paylaşma şansı verdiğiniz için teşekkür ederim. Öncelikli amacım elbette yaşamak. İdealize ettiğim tüm değerleri ile yüklediğim bir yapıyı insanlarla paylaşmanın ötesine geçmek, bu kısa konuşmaların genişletilmiş halini yaşamakta olduğumuz bu üçüncü dünya ülkesinde önce bir heykeltıraş, ardından alanı üzerinde düşünen ve bunları kavramlara bağlayarak doğrulayan bir çalışmamı değerlendirmeler adında bir kitaba aktarma amacımın olduğunu ikinci planda söyleyebilirim. Bahsetmeden geçemeyeceğim, sanata ve sanatçıya verdiği değer ile bugün bile batı ve doğu kültürü arasında bir sanatçının nasıl ve nelere dikkat ederek konumlanması gerektiğini belirterek, tavrı ve bize yüklediği misyonu ile hareket etmemizi öğütleyen Atatürk'e ve ardından Cumhuriyet kazanımları ile geliştiğim bu topraklara ve belleğine teşekkür etmek isterim.