Kimi görsem, kime rastlasam sokakta dalgın, solgun…

Karadeniz’de gemilerin mi battı sözünün cuk oturduğu bir görüntü…

Işıltısını yitirmiş boş bakışlar.

Rotayı şaşırmış gemiler gibi, ilerliyor belli belirsiz ağır-aksak adımlarla…

Sanki yürümüyor da, yürüyormuş gibi yapıyor.

Dudakları kıpırdıyor belli belirsiz.

Yanında biri olsa onunla konuşuyor alçak tondan diye bir düşünce gelecek akla ama o da yok…

Bir başına…

Otobüste, metroda, uzayıp giden cadde ve bulvarlarda benzer görüntüler.

Arada bir çökük omuzlarının arasına gömülmüş başını kaldırıp, etrafa nazar atmasa ‘’ayakta ölüm’’ denilen şey bu olsa gerek diye düşünmekten kendini alamaz çoğu gelip geçen.

Ne umduk,

Ne bulduk…

Neler oluyor bize…

Neler düşlüyorduk,

Ne durumlara düştük…

Aya gidecektik,

Son keşif altın madenlerinden payımıza düşeni, kucaklayıp evin yolunu tutacaktık…

Hediye paketleri açıldığında birer birer çoluk-çocuk, bacaklarımıza sarılacak, hanımın gözlerinde mutluluk ışıltıları parlarken, zevkten ağzımız kulaklarımıza varacaktı.

Beyler gibi yaşayacaktık…

Hayaldi, hayal olarak kalmayacaktı mutluluk.

Öyle diyorlardı.

Ne kadar da heveslenmiştik tatlı yaşamı yudumlamaya…

Ağızlardan bal damladıkça, ruhumuzun derinliklerinde meltem rüzgarları esiyordu ılık ılık…

Olmadı…

Geride uçuşan balonlar,

kamburu çıkmış bedenler…

Ne dediği belirsiz titreyen dudaklar kaldı…

Bir de umudunu yitirmiş boş bakışlar.

Talih mi kördü,

Yoksa bizler mi?

Anlayamadık….