Bayramın ilk günü…

Daha doğrusu ilk sabahı…

Cep telefonumun sesiyle uyandım…

Yarı uykulu “Alo’’ deyişim, orta yaşlı olduğu ses tonundan anlaşılan bir erkeğin “N’aber koçum benim’’ sözleriyle karşılık buldu…

“Kim ola acep’’ diye düşünürken uykulu uykulu, “tanımadın değil mi?’’ siteminin ardından “Boş ver tanımasan da olur. Hani bayram ya ben de rastgele çevirmiştim bir numara. Sana isabet etti’’ dedi.

Ardından da “sanki görüşmemizin öncesi varmış gibi “Eee?’’ dedi soran bir ifadeyle…

“Daha daha nasılsın’’ diye de ekledi.

“İyilik, güzellik’’ dedim. Daha durumu kavrayamadan’’

Ayıp olmasın diye de “sizde ne var ne yok?’’ karşılığını vermek zorunda hissettim kendimi…

Sonrası mı?

Sonrası bir muhabbet,

Bir muhabbet ki sormayın…

Hava durumundan, çarşı-pazar fiyatlarına…

Ulaşımdaki aksaklıklara..

Sağlık sektöründeki sorunlardan, komşu apartmandaki tanımadığım yaşlı teyzenin astım krizine...

Emeklilerin bitmek tükenmek bilmeyen çilesine…

Daha neler neler…

Karşılıklı dökmüşüz içimizi…

Epey zaman geçmiş…

Muhabbetin koyuluğundan fark etmemişiz bile zamanın su gibi akıp gittiğini…

Koyu sohbet, arayan kişinin “İyi oldu be… Rahatladım vallahi’’ demesiyle sonlandı…

Kapatırken telefonunu, “Sizi tanımak benim için onurdur’’ demeyi de ihmal etmedi…

“Benim için de sizi tanımak’’ diye karşılık verdim gülümseyerek.

“Yitirilen hasletler geri mi geliyor ne’’ diye de sordum kendi kendime…

Gülümseyen yüzüme bakıp, “Kimdi arayan’’ diye soran ev halkına, “Hiç’’ diye karşılık verdim…

Kahvaltı masasına otururken, “Bizden biri…Bir dost’’ diye mırıldandığımı hissettim…