Son yıllarda bombalı intihar saldırıları, okul baskınları, 'nefret cinayetleri', toplu öldürmeler günümüzün neredeyse rutin olayları haline geldi...

Gün geçmiyor ki, dünya bir terör olayının şok dalgasıyla sarsılmasın...

Bu şok dalgalarının sonuncusu Yeni Zellanda'da cami baskını katliamı ile yaşandı.

***

Bu olayın faili göründüğü kadarıyla 'islamofobi' ile kafası bulanmış bir ruh hastasıdır...

Ne var ki bu tür canilerin ve onların yarattıkları acı olayların sayısının giderek artması olayın ruhsal dengesi bozuk bir kişinin bireysel eylemi olarak açıklanamayacağını gösteriyor...

Olayların ardında yatan etkenleri anlayabilmek için dünyanın içinde bulunduğu duruma bir göz atmak gerekiyor.

***

Dikkat edilirse bu olayların hemen tümü ekonomik ve sosyal eşitsizliklerden ya da dinsel ya da etnik ön yargılardan kaynaklanıyor ve 'büyük güçler' tarafından bu eşitsizlik ya da önyargıları güçlendirmek için kullanılıyor...

Bu durumda insanın aklına hemen şu soru geliyor:

Bu tür canileri kim yaratıyor?... Yoksa bütün bunlar şu ünlü 'medeniyetler çatışması'nın bir sonucu mu?

***

'Medeniyetler Çatışması' deyimi Huntington'un aynı adı taşıyan ünlü eseri dolayısıyla yaygınlaştı...

Kitapta dünyada sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin tali bir rol oynadığı, büyük çatışmaların farklı medeniyetler arasında yaşandığı savunulmaktaydı...

ABD'ye çatışan etnik ve dinsel kimlikler üzerinde küresel bir hakem rolünü yükleyen kitabın yayınlanma tarihinin, tam da ABD'nin küresel egemenliği tam olarak ele geçirdiği ve dünyaya yeni bir 'şekil verdiği' döneme rastlaması ise ilginç bir 'tesadüf'tü!

***

Yoksa bu bir 'tesadüf' değil de ABD'nin dünyaya şekil verme projesinin bir parçası mıydı?..

Bunu anlayabilmek için 'medeniyetlerin' ya da Türkçesiyle 'uygarlıkların' çatışmaya yazgılı olup olmadıklarına bakmalıyız...

Bu konu ile ilgili kaynakların en güvenilir olanı Huntington'un eserine de 'ilham kaynağı' olmuş olan Fernand Braudel'in (1902-1985) 'Uygarlıkların Grameri' adlı eseridir.

***

Braudel, uygarlıkları belirleyen unsurları mekanlar, diller, toplumlar, ekonomiler ve ortak zihniyetler olarak sınıflandırır...

'Zihniyetler' alanında en güçlü unsuru ise din olarak belirler.

Bunların her biri, başka uygarlıklardaki eşdeğerlerinden farklı oldukları ölçüde bir çatışmaya yol açabilecekleri gibi kültürlerin gelişmesine ve zenginleşmesine yol açan bir 'karşılıklı kültürleşme' de yaratabilirler.

***

Dolayısıyla farklı uygarlıkların varlığı ve yan yana yaşaması ya da savaşması o uygarlıkların içeriği ile ilgili bir şeydir...

Unutmayalım ki, geçmişte yaşanan 'Haçlı seferleri'ni doğuran ana neden, 'bir yanağına vurana öbür yanağını çevir' öğüdünü veren barışçıl İsa'nın vaaz ettiği inançlar değil...

Batı uygarlığına ve onun kültürel-dinsel alanına yeni dahil olmuş Norman kökenli yayılmacı unsurların Doğu'nun zenginliklerine savaş yoluyla el koyma girişimiydi.

***

Farklı uygarlıklar arasında çelişmeler olabilir, ama zaman zaman bir uygarlık içindeki çelişmeler, farklı uygarlıklar arasındaki çelişmelerin önüne de geçebilir...

Örneğin, Müslüman Türklerin İstanbul'u fethetmesi öncesinde yaşanan Ortodoks-Katolik çatışması, aynı uygarlık ve dinin bir iç çatışması olduğu halde Ortodoks kilisesinin Katolik kilisesiyle birleşmek yerine Türklerin egemenliğini tercih etmesine neden olmuştur...

O dönemin ortodoks kilisesi önderinin 'İstanbul'da katolik külahı görmek yerine Türk sarığı görmeyi tercih ederim' sözü ünlüdür.

***

Günümüze gelirsek...

Uygarlıkların temel unsurlarından biri olan ekonomik yaşam, her uygarlık içinde alt ve üst sınıflar yaratmakta ve bir uygarlığın 'alt katındakiler' kendi kültürel ve dinsel kimliklerini koruyarak daha geniş imkanlara sahip başka bir uygarlığın imkanlarından yararlanabilmek için kendi uygarlıklarının alanından gönüllü olarak ayrılabilmektedir...

Bu olgu, kimi zaman yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğru büyük göç akımlarına neden olmakta, bu da 'imtiyazlarını' başkalarıyla paylaşmak istemeyen 'zengin uygarlıklar' içinde tepkilere yol açmaktadır...

Sonuçta tepki tepkiyi doğurmakta ve bu tür olayların doğurduğu öfke, dünya egemenliğini elinde bulunduran güçlü devletler tarafından çeşitli biçimlerde yönlendirilerek 'böl-yönet' politikasının bir aracı olarak kullanılabilmektedir.

(Devam edecek)