Ankara’nın eski Kahramankazan Belediye Başkanı Seyfettin Aslan ‘Ankara’nın Beş Beyazı’ olarak hazırlığı kitabında Ankara Keçisi’nin tarihsel serüvenini anlattı.

Kitapta yer alan araştırmalar Başkent’in de içerisinde yer aldığı Orta Anadolu’ya ait önemli değerlerin başında gelen ‘Ankara Keçisi’nin Anadolu’ya geliş tarihi ile Türklerin Anadolu’ya geliş tarihlerinin aynı olduğunu, Türkler tarafından 13’üncü yüzyılda Hazar Denizi’nin doğusundan getirildiğini ortaya koyuyor.

Nitekim Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu Süleyman Şah, Melikşah’ın buyrukları doğrultusunda Oğuz-Türmen boylarını Anadolu’nun değişik bölgelerine yerleştirmesiyle bazı belgelerde Kayı Boyu’na mensup bir Keçili bölüğü ile bu bölüğe bağlı Ala keçi, Kızılkeçi, Akkeçili, Akçakeçili, Sarıkeçili,, Karakeçili, Ergeçli ve Bozkeçili obalarının olduğu da biliniyor. Kayı Boyu’na bağlı çok sayıda obanın keçili adlar almış olması, keçi yetiştiriciliği konusunda bu boyun diğer boylara göre daha özel bir ilişkisi ve ehli olduğunu akıllara getiriyor.

Bu çerçevede de yine getirilen keçilerin bölgenin toprak ve iklim şartlarına uyum konusunda Ankara’da uyum sağladıkları da aynı araştırmalarda ortaya çıkıyor. Bu çerçevede de keçilerin mevcut fiziki yapıları ve tiftik özelliklerini de Ankara’daki iklim ve toprak özellikleri sayesinde kazandıkları düşünülüyor.

Anadolu’ya özgü tipik ve seçkin bir ırk olarak varlığını sürdüren Ankara Keçisinin 1838 yılına kadar yalnızca bu coğrafyada yetiştirildiği 15’inci yüzyıldan itibaren tiftiğine dayalı bir dokuma sanayisinin geliştiği de biliniyor. Bu tiftikten elde edilen kumaşlar ise 16-18’inci yüzyıllar arasında birçok Avrupa ülkesine gönderiliyor.

18’inci yüzyıldan itibaren tiftik ipliğinin en büyük müşterisi ise İngiltere oluyor. 300 yıl boyunca tiftik ve tiftik dokumacılığı Ankara’nın en önemli gelir kaynağı da olurken, İngiltere’nin dokuma sanayisinde gerçekleştirdiği atılım sonrası tiftik ipliği 19’uncu yüzyıl sonrası daha da verimli oluyor.

Ankara Keçisine ilişkin Cumhuriyet döneminde ilk çalışma ise “Ankara Keçisinin Hali ve Islahı” adlı kitapta Prof. Dr. İhsan Abini tarafından toplanıyor. Yine Prof. Dr. Selahattin Batu’nun 1940 yılında yayımladığı “Ankara Keçisinin tarihi ve Menşei Hakkında Bir Tetkik” adlı çalışmasında Ankara keçisini doğal ortamı içinde şu anlatımla betimlediği görülüyor:

“Anadolu yaylalarını süsleyen bu nadide mahluk stepin bir güzelliğidir. Çölde Arap Atı ne ise Anadolu Yaylası’nda da Ankara Keçisi ‘O’ dur.”

OSMANLI SARAYINDA ‘ANKARA SOF’U

Ankara Keçisi’nin tiftiğinden eğrilen iplikle elde edilen ‘Ankara Sof’u olarak nitelendirilen ipek yumuşaklığında pırlanta parlaklığında kumaşın da Avrupa’daki seçkinlerin yanı sıra, Osmanlı Sarayının giysilerinin en önemli unsuru olduğu biliniyor. Hatta Türkiye’ye pamuk mütehassısı olarak gelen ve İstanbul’da 3 yıl kalan Dr. James Davis’i ödüllendirmek isteyen Sultan Abdülmecid, bunun için ABD Başkanına hediye olarak 2’si teke, 7’si dişi keçi 9 adet göndermesinin ardından 1849 yılında ABD’de Ankara Keçisi yetiştiriciliği başladığı da biliniyor. Sultan Abdülmecid ayrıca Numune Çiftliği ve Çoban Mektebini de 1898 yılında kurduruyor.

1930 yılında Ankara’da kurulan Türkiye Tiftik Cemiyeti (TTC), ham tiftik fiyatlarının düşmesi nedeniyle Sof üretimini yeniden canlandırmak isterken, TTC 1932 yılında Ankara’da “Türkiye Tiftik Cemiyeti Sof Dokuma Evi”ni kurarak el tezgahlarında dokuma faaliyeti başlatıyor. Cemiyet daha sonra Lalahan’da örnek ‘Numune Ağılı’ da kuruyor. Burada elde edilen seçme sürüden teke ve keçiler köylülere cüzi bir tutarla damızlık olarak veriliyor. 1955 yılında bir kamu iktisadi teşebbüsü olan Türkiye Yapağı ve Tiftik A.Ş kuruluyor. 1959 yılı verilerine göre dünyadaki 11.2 milyon keçinin yarıdan fazlası Türkiye’de olmuş oluyor. 1969 yılında ise bugün faaliyetlerine devam etmekte olan Tiftikbirlik kuruluyor.

Muhabir: Cemil Cahit Saraçoğlu