'Bursa İli Emeklilere Hizmet Derneği'nde bir cumartesi öğleden sonrası… Emekli öğretmenlerle bir aradayız. Sohbet koyu. Zekeriya Bulut öğretmenimiz bir kitabını imzalıyor. Yaşamak Sorumluluktur. İmza tarihi 24 Haziran 2011. Şöyle yazmış: 'Aydınlığın ve aydınlanmanın güçlü savunucusu ' nitelemesiyle, beni kıvandırıyor. Ankara'ya dönünce yazdığım değerlendirmeyi hemen dergi ve gazeteye gönderdim.

***

Posof (Kars) doğumlu... Şimdi 81 yaşında. Cilavuz Köy Enstitüsü 1952 mezunu… Okulun tanımını şöyle yapmış: 'Ana kucağı kadar sıcak, baba ocağı kadar güvenli ve donanımlı okul.' Öğrencilerin kendi emekleriyle yapılan binalarda, tanrı mesleği diye tanımlanan öğretmenliği. Dünyaya bir daha gelebilse, yine seçerim dediği, emekliğini okuyup yazarak, gazete ve dergilerde yayınlayarak, seyahat ederek geçiriyor Zekeriya Öğretmen.

***

Yaşamak Sorumluluktur yapıtının 'ilk söz'ünü de özetlemem gerekiyor: 'Onu size bir demet çiçek gibi sunmayı amaçladım. Tek arzum ve beklentim yapıtımın okunmasıdır.' Yaşamım boyunca gördüklerimin, gözlemlerimin, Atatürkçü çizgideki uzun ve dirençli savaşımın izlerini bulacaksınız.

Madalyonun bir yüzünde tarihin derinliklerinde kendimiz, diğer yüzünde bizi parçalamayı asla akıldan çıkarmayan 'düveli muazzamanın' bugünkü temsilcilerini iyi tanıyalım. Öteki yüzünde ise, özelleştirme adı altında Cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarının bir bir yok edildiği, tarım ve hayvancılığın tüketildiği, üreten toplumdan tüketen topluma dönüştürüldüğümüzü, etnik ayrışmalara prim verildiği, enflasyon ve terör belasıyla boğuştuğumuzu, ulusal ve laik eğitimden hızla uzaklaştığımızı, dünya ülkeleri ölçeğinde en iyi işlerde son sıralara, en kötü işlerde ilk sıralarda yer aldığımızı görüyoruz.

Uluslaşmak-birey olmak yerine ümmetliği geri getirmek isteyenleri ıskalamayalım.'Bu saptamalara katılmamak mümkün değil. Bulut'un çizdiği tablo ne yazık ki, bir yıl içinde öylesine değişti, dönüştü ve gelişti ki kaygılanmamak, yaşadığımız utançlara boyun eğmek durumunda kalışımız derinden yaralıyor biz aydınları.' Öğretmen sınıfında özgür, doktor işinde güvenli, yargıç sürülme korkusu taşımıyorsa, dayatmacı ve diktatoryal bir sistemle toplumu sindiren yönetimleri kabullendikçe uygar bir toplum olamayacağımızı kavramalıyız. Ne yazık ki, bugün bu olanaktan yoksunuz. Gerçek acı, ama yadsıyamayız bu görüntüyü...

***

Eğitimdeki yozlaşma ve yabancılaşma yoğunluk kazanmıştır. Ulusal Eğitim, dinsel bir eksene oturtulmak üzeredir. Atatürkçülük, Kemalizm, Bilim, Yargı siyasetçilerin tekelinde inkarlara varan boyutlara ulaşmıştır. .Dil Kurumu, Tarih Kurumu, TÜBİTAK, HALKEVLERİ, bir Mustafa Necati, bir Hasan Ali Yücel, bir İsmail Hakkı Tonguç'umuz yoktur. Soruna parmak basmak, yaraya tuz basmak günümüzde yaraları yeniden kaşıyıp kanatmak, tarihi tahrif etmek ileri demokrasi sayılıyor. Osmanlıcılığı baş tacı yapan ama Osmanlı'nın kötülenmesine aldırmayan; siyaseti kendinden menkul bir politika anlayışı gelişti.

Dilimiz ses bayrağımızdı; şimdi kuşatma altında denilerek, Dil Kurumu'nu devlet dairesine dönüştüren ve dilde özleşmeyi yeni kuşakların eskiyi anlayıp kavrayamadığını bahane ederek Cumhuriyet öncesine dönmeyi marifet sayanlara ne demeli?

Aydın olmanın da vatanseverliğin de Cumhuriyetin de nasıl bir tehlike altında olduğunu görmek istiyorsak kutlayalım Zekeriya Bulut Öğretmeni, okuyalım bu kitabını. Kitabı için ellerinden öpüyorum sevgili öğretmenimin. Şair diyor ki: 'Atatürk derim iptida/Önümü iliklerim.' Cumhuriyetin aydın yüzlerine her zamankinden çok daha fazla gereksinimimiz var. Çağdaşlığa giden yol buradan geçiyor.