Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından bu yıl 37'inci kez düzenlenen ve geleneksel hale gelen Prof. Dr. Şeref Zileli'yi Anma ve Hacettepe İç Hastalıkları Günü, önceki gün başladı. Etkinliğin açılışında konuşan Hacettepe Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arzu Topeli İskit, iç hastalıkların alanı kuşkusuz tıp eğitiminin ve hasta hizmet sunumunun en önemli unsurlarından biridir. İç hastalıkları çok sayıda yan dalı ile burlukte klinik araştırmalar, temel bilimler, temel tıp bilimleri ve mühendislik bilimleriyle iş birliği içerisinde insan sağlığı için ulusal ve küresel öneme sahip bilgi ve ürün üretmeli, nitelikli bilim insanları yetiştirmelidir' dedi. Açılışta konuşan Hacettep Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Demiryürek ise anma etkinliğinde bulunmaktan duyduğu mutlulğu dile getirerek, 'Hepimize barış ve sağlık ortamında çalışmayı diliyorum' dedi. Etkinliğin ögleden sonraki oturumunda konuşan Hacettepe Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Nefroloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Arıcı, 'Kan Basıncı ve Hipertansiyon' başlıklı sunumunda şu bilgileri verdi: 'Hipertansiyon veya yüksek tansiyon, dünya genelinde ölüme ve maluliyete yol açan risk faktörleri arasında ilk sırada gelmektedir. Ülkemizde her 3 erişkinden 1'inin hipertansiyonu vardır. Ancak kan basıncının yükselmesi çoğunlukla hiç belirti vermediği için tansiyon hastalarının farkında olma oranları düşüktür. Ülkemizde yapılan çalışmalar tansiyon yüksekliği olan her iki bireyden birisinin durumun farkında olmadığını göstermiştir. Yarattığı sağlık risklerine rağmen farkındalığın azlığı nedeni ile hipertansiyon 'sessiz katil' olarak adlandırılmaktadır. Bu kadar önemli bir risk faktörünün tespit edilmesi ise çok kolaydır bu da koldan düzenli aralıklarla tansiyon değerinin ölçülmesidir. Herkesin belli aralıklarla (1-3 yılda bir kez) tansiyonunu ölçtürmesi, genel sağlık önlemleri içerisinde yapılabilecek en kolay, ama en hayati işlemdir. Hipertansiyon, genellikle yaşla artan bir sorun olarak görülmektedir. Yapılan çalışmalarda 50-60 yaşlarından sonra hipertansiyon görülme oranlarının yüzde 50-60'ları geçtiği bilinmektedir. Bu nedenle hipertansiyon yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak algılanmaktadır. Halbuki kan basıncı yükselmesi yaşlanmanın getirdiği doğal bir sonuçtan ziyade şişmanlık, sağlıksız beslenme, aşırı tuz tüketimi ve hareketsiz bir yaşamın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim çocuklar ve ergenlerde giderek artan şişmanlık oranları ve hareketsiz yaşam ile birlikte hipertansiyon görülme sıklığı da artmaktadır. Kan basıncının yükselmesine zemin hazırlayan sorunların başında şişmanlık, sağlıksız beslenme, aşırı tuz tüketimi, fiziksel olarak hareketsizlik ve kronik stres gelmektedir' diyen Arıcı, kiloya ve yeme alışkanlığına dikkat etmek gerektiğini ifade etti.
'HAFTADA EN AZ 150 DAKİKA TEMPOLU YÜRÜYÜŞ YAPIN'
Arıcı sözlerini şöyle sürdürdü: 'Bu nedenle kan basıncı yüksek bireylerin 'benim tansiyonumu bünyem yükseltiyor, benim tansiyonum genetik gibi nedenlerden önce mutlaka kilolarını, yemeklerindeki tuz miktarlarını ve düzenli egzersiz durumlarını gözden geçirmeleri ve bu açılardan gerekli önlemleri almaları gerekir. Bu açıdan bakıldığında kan basıncı yükselmesi (hipertansiyon) bir kader değil, çoğunlukla hayat boyu süren sağlıksız yaşama, hareketsizlik, şişmanlık ve aşırı tuz tüketiminin doğal sonucudur. Hipertansiyonun ortaya çıkmasını önlemek veya hipertansiyonu daha iyi kontrol etmek için yapılması gerekenlerin başında ideal kiloda olmaya çalışmak, düzenli egzersiz yapmak (haftada en az 150 dakika tempolu yürüyüş) ve tuz tüketimini azaltmak gelmektedir. Ülkemizde günlük tuz tüketimi, sağlıklı bir yaşam için tavsiye edilenin 3-4 katı kadardır. Tükettiğimiz her gıdada tuz olduğu, yemeklerle eklenen tuzun, ekmekteki tuzun ve sofradaki tuzluğun fazla tuz tüketimine yol açtığı unutulmamalıdır. Yaşam tarzı değişikliklerine rağmen hala ideal değerlere yaklaşmayan kan basıncı yüksekliklerinde de sorunun belirtisiz olmasının yanıltıcı rahatlığına kanıp, gerekli tıbbi tedavi ve takiplerini ihmal edilmemesi gerekir. Yeterli şekilde kontrol edilmeyen hipertansiyonun başta beyin olmak üzere, kalp-damar ve böbrek sağlığı için sorun oluşturabileceği unutulmamalıdır. Tansiyon yüksekliği, saptanması kolay, uygun yaşam tarzı değişiklikleri ile önlenmesi veya kontrol edilmesi mümkün olan; gerektiğinde yeterli ve düzenli tansiyon düşürücü ilaç ile çözülebilecek bir sorundur. Yeter ki bu sorunun farkında olup, yaşam yürüyüşümüzü sağlıklı kılarak önleyebileceğimizi aklımızda tutalım.' Hacettepe Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dr. Alper Gürlek ise, metabolizmanın ne olduğunu anlatark şu ifadelerde bulundu: 'Vücudumuzu hayatta tutmak için gerekli tüm kimyasal reaksiyonlara metabolizma denir. Metabolik hızı genel olarak istirahat metabolik hızı, gıdaların termik etkisi, egzersiz, egzersiz dışı günlük aktiviteler (ör. ev işleri) ve yaş belirler. Yaşlanmayla birlikte günlük aktivitelerde ve egzersiz sıklık ve şiddetinde azalma, istirahat metabolizmasına kasların katkısında azalma ve kas kaybı (sarkopeni) görülür. Öyle ki; 80 yaşına gelen bir birey 20 yaşa göre kaslarının %30'unu kaybetmiştir. Kaslardaki bu azalma, enerji harcanmasındaki düşüşte en büyük paya sahiptir. Bu durumu geri çevirmek ya da en azından yavaşlatmak için haftada en az 3 kere rezistans tipi, ağırlık kaldırmaya dönük kas geliştirici egzersizlerin düzenli yapılması, kısa süreli aralıklı ve yüksek şiddette aerobik tipte egzersiz (ör. koşma) önerilmektedir. Sürekli oturan ya da masabaşı hareketsiz çalışan bireylerin arada bir ayağa kalkıp dolaşmaları dahi metabolik hız açısından olumlu etki yaratacaktır. Ayrıca metabolizmayı hızlandırdığı tespit edilmiş olan soğuk su içme, yeşil çay ve kafein içerikli kahve tüketimi, acılı gıdalar, düzenli uyku gibi faktörlere de önem vermek gerekmektedir.' Yaşlanmanın metabolizma üzerindeki etkisine değinen Gürlek, şunları söyledi: 'Yaşlanmanın metabolizmadaki yavaşlamanın yanında, kan şekeri düzeylerine de olumsuz etkisi olduğu bugün için iyi bilinmektedir. Yaşlanmaya birlikte hem insülin salınımında hem de insülin duyarlılığında azalmaya paralel olarak özellikle tokluk, bunu takiben de açlık kan şekerinde yükselme eğilimi gözlenir. Yaşlı bireylerin erken yaşta diyabete yakalananlarında göz, böbrek, sinir tutulumu ve kalp damar hastalıkları türü sorunları gençlere göre daha fazla oranda görülür. Genç toplumda olduğu gibi, yaşlılarda da beslenme önerilerine ve düzenli egzersize uyum, komplikasyon ve ölüm riskini azaltmada oldukça etkilidir. Kilo kaybı sağlanmasının yüzde 58 oranında diyabet riskini azalttığı da bir gerçektir.' Egzersiz konusuna değinen Gürlek, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Haftada 5 gün 30 dakika/gün tempolu yürüyüş te risk azalması açısından benzer etkiye sahiptir. O nedenle yaşam tarzı önerileri yaşlanan toplumda önemini giderek artırmaktadır. Kişinin diyabeti olmasa bile, diyabet risk faktörü (ör. ailede diyabet öyküsü, iri bebek doğurma öyküsü, gebelik diyabeti öyküsü, obezite gibi) taşıyanlarda 6-12 ayda bir, taşımayanlarda dahi 3 yılda bir rutin kan şekeri/HbA1c taraması önerilmektedir. Bu sayede prediabetik (gizli şeker) olan bireylerin de erken yakalanması mümkün olacaktır. Açlık kan şekeri sınırda yüksek olan bireylerde (100-125 mg/dl arası) şeker yükleme testi yapıldığı takdirde, gizli ya da aşikar diyabetin ortaya çıkarılması daha olasılıklı olacaktır.'