İtibar, kuşkusuz kurumların ve markaların en değerli sermayelerinin başında geliyor. Ancak yıllar süren çalışmalarla inşa edilen bu itibar, bir kriz anında dakikalar içinde zayıflayabiliyor ya da tamamen sarsılabiliyor. Bugün kurumların ve markaların itibarını koruması, yalnızca güçlü ürün veya hizmetlerle değil, kriz dönemlerinde yürütülen iletişim stratejilerinin doğruluğuyla da ölçülüyor. Kriz yönetiminde hız, şeffaflık ve tutarlılık bir tercih değil, var olmanın temel koşulu.

“Beklenmeyeni beklemek” kriz yönetiminin ilk adımı

Kriz, tanımı gereği beklenmedik anlarda ortaya çıkar; ancak etkili kriz yönetimi, “beklenmeyeni beklemekle” başlar.

İnomist İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Sibel Selvi, kriz iletişiminde dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle özetliyor:

“Başarılı kriz iletişiminin temelinde, olay yaşanmadan önce oluşturulan bir kriz planı bulunur. Kurumun hangi durumları kriz olarak tanımladığı, bu süreçte kimlerin sorumluluk alacağı ve iç–dış paydaşlara nasıl bilgi aktarılacağı önceden belirlenmelidir.”

Selvi, her krizin aynı yöntemle yönetilemeyeceğini vurguluyor:

“Bir üretim hatası, güvenlik ihlali veya yöneticinin açıklaması aynı şekilde ele alınamaz. Kriz planı, olası senaryolara göre farklı aksiyon adımlarını ve iletişim tonlarını içermelidir. Ayrıca hızlı tepki verebilme kapasitesi çok önemlidir. Geciken açıklamalar söylentilerin yayılmasına, markanın hikâyesinin başkaları tarafından şekillendirilmesine yol açar. Dijital çağda birkaç dakikalık gecikme bile sosyal medyada telafisi güç bir bilgi kirliliği yaratabilir.”

Şeffaflık: Kriz iletişiminin en güçlü kalkanı

Kriz dönemlerinde bilgi saklamak veya durumu önemsiz göstermek, kurumların en sık yaptığı hatalardan biridir. Oysa kriz iletişiminin merkezinde dürüstlük ve şeffaflık yer alır. Kamuoyuna açık, doğru ve eksiksiz bilgi sunmak; itibarın korunması ve güvenin yeniden inşasında kritik bir rol oynar.

Harvard Business Review’ın araştırmasına göre, açık iletişim politikası izleyen markalar kriz dönemlerinde tüketici güvenini %43 oranında koruyabiliyor. Kısacası, markaların kriz sürecindeki iletişim biçimi, olayın kendisinden bile daha kalıcı bir etki yaratabiliyor.

Bu konuda en çok anılan örneklerden biri Johnson & Johnson’ın Tylenol krizi. Ürünlerinden birinin zehirlenme vakalarıyla ilişkilendirilmesi üzerine şirket, milyarlarca dolarlık zararı göze alarak tüm ürünleri piyasadan çekti, kamuoyuna açık bilgilendirme yaptı ve yeni güvenlik protokolleri geliştirdi. Bu cesur ve şeffaf tutum, markayı krizin içinden güçlenerek çıkardı.

Öte yandan BP’nin 2010’daki Meksika Körfezi petrol sızıntısı olayı, kriz iletişiminde yapılan hataların kurumlara nasıl büyük zarar verebileceğini gösteren çarpıcı bir örnek olarak hafızalara kazındı. Şirketin geç açıklama yapması, sorumluluk almaktan kaçınması ve empati kurmaması, marka imajını uzun yıllar boyunca zedeledi.

Krizden sonra başlayan asıl sınav: itibar yönetimi

Kriz iletişimi yalnızca olayın sıcak döneminde yapılan açıklamalardan ibaret değildir. Kriz sona erdiğinde başlayan itibar yönetimi süreci, markanın yeniden yapılanmasında belirleyici rol oynar.

Bu aşamada markalar, krizden çıkardıkları dersleri somut adımlarla desteklemelidir. Kriz sırasında ortaya çıkan maddi veya manevi mağduriyetler hızla giderilmeli, alınan önlemler ve yeni politikalar kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Böylece kriz, bir tehdit olmaktan çıkıp kurumsal kültürü güçlendiren bir fırsata dönüşebilir.

Krizlerin nabzı artık sosyal medyada atıyor

Dijital çağda hiçbir kriz “kapalı kapılar ardında” yaşanmıyor. Sosyal medya, hem krizi büyütebilen hem de doğru yönetildiğinde markaya güven kazandıran bir mecra haline geldi.

X (Twitter), Instagram, LinkedIn ve TikTok gibi platformlarda krizle ilgili paylaşımlar, geleneksel medyadan çok daha hızlı yayılıyor. Bu nedenle sosyal medya yönetimi, kriz iletişimi planlarının ayrılmaz bir parçası olmalı. Gerçek zamanlı takip sistemleri, sosyal dinleme araçları ve doğru tonla oluşturulan yanıtlar, markaya süreç boyunca önemli avantaj sağlar.

Markaların soğukkanlı, empatik ve çözüm odaklı bir iletişim dili benimsemesi, kamuoyundaki algıyı olumlu yönde şekillendirir. Çünkü kriz anları, bir markanın gerçek karakterini ortaya koyar. Bu süreçte sergilenen tutum yalnızca itibarın değil, geleceğe duyulan güvenin de belirleyicisidir.

Etkili bir iletişim stratejisiyle krizler, kurumlar için bir yeniden doğuş fırsatına dönüşebilir.

Muhabir: Sami Barkın Coşkun