İstanbul'da art arda gelen depremler bilinen bir gerçeği bir kez daha topluma hatırlattı...

Yalnız İstanbul'u değil tüm Marmara'yı etkileyecek büyük deprem adım adım yaklaşıyor...

Ancak toplumumuzun başlıca özelliklerinden biri kadercilik ve bu tür uyarılar çok çabuk unutuluyor.

***

Bu umursamazlık çaresizlikten mi kaynaklanıyor diye düşünmeden edemiyor...

Çünkü deprem gibi büyük bir felaket yaklaşırken yapılması gerekenler aşağı yukarı herkes tarafından biliniyor...

Ama gereken önlemler alınamıyor.

***

Bu tabloda bir çelişki var gibi görünüyor...

Ama aslında bu iki davranış birbirinden bağımsız değil...

Bireyler kendi rasyonel çıkarlarını gözeten organize bir toplum oluşturamıyor ve yaklaşan felaketler karşısında akılcı çözümler üreterek bunları elbirliğiyle hayata geçiremiyorsa, o zaman yapılacak iş felaket gelene kadar onu 'kafaya takmayıp' kendini başka şeylerle oyalamak oluyor.

***

Olay, buzdağına çarparak ölümcül bir yara alan Titanic transatliği yavaş yavaş batarken kurtulmaktan umudu kesen bir kısım yolcunun gemi orkestrasının güvertede verdiği son konseri sakin bir biçimde izlemesini hatırlatıyor...

Yetersiz sayıdaki tahlisiye sandalına binmek için çılgınca birbiriyle boğuşan bir kalabalığın ortasında kaçınılmaz sonu sakin bir biçimde bekleyen küçük bir azınlık...

Tıpkı büyük depremin bir provası gibi görünen son İstanbul depreminin ardından televizyon ekranlarında gördüğümüz birbiriyle çelişen tablolar gibi!

***

18 ağustos 2019 tarihinde, gazetemizde yayınlanan 'Depremi beklerken' başlıklı yazıda Türkiye'nin en önemli jeologlarından biri olan Prof. Dr. Celal Şengör'ün bir gün önce yaptığı açıklamadan bir pasaj aktarmıştık...

Depremin en geç 2030 yılına kadar gelmesinin beklendiğini söyleyen Şengör, açıklamasında tehdidin büyüklüğünü şu sözlerle ifade ediyordu:

'(Yaklaşan) Bu depremin şiddetine baktığımızda sahillerde Yeşilköy'de, Tuzla'da depremin şiddeti 10'u buluyor, diğer sahil bölgelerinde 8'i buluyor. Bu, binaların yarısı gidecek demektir. Depremin şiddeti 10'u bulduğu zaman ayakta neredeyse bina kalmıyor. İstanbul'un üzerinde kurulduğu jeolojinin özelliklerinden, yapı envanterinin kötülüğünden ve hala yüklenen nüfus nedeniyle bir felaket ve çılgınlık. İstanbul'u 7.6'lık bir deprem vurduğu zaman başa çıkmanız mümkün değil.'

***

O günden bugüne bu uyarı ve başka bilim insanlarından gelen benzeri uyarılar hiçbir etki yapmadı!..

Dahası, her geçen gün karamsarlığı artıracak gelişmeler oluyor...

Örneğin, alınması gereken önlemlerin başında depremde yıkılması kaçınılmaz olan binaların yıkılarak yerine hızla depreme dayanıklı sosyal konutların yapılması gelirken...

Tam aksine, yapının depreme dayanıklı olup olmadığına bizzat yapı sahibinin karar verdiği ve belirli bir ödeme yaparak binasını yıkımdan kurtardığı İmar Barışı türünden uygulamalara gidiliyor...

Deprem fonu için konulan vergilerle toplanan paralar başka işlere harcanıyor...

İstanbul'da afet toplanma alanı olarak belirlenen 493 bölgeden 416'sına, alışveriş merkezi, rezidans ve lüks kuleler dikilmiş durumda...

5.8'lik bir deprem bile iletişim hatlarının çökmesine, trafiğin kilitlenmesine yol açabiliyor.

***

Depremin yol açtığı yıkımın yalnızca binaların yıkılmasıyla sınırlı kalmayacağı, doğal olmayan bir çok 'ikincil' felaketin arkadan geleceği de biliniyor...

Şengör, sözünü ettiğimiz açıklamasında 'Türkiye depreme hazır değil. Deprem olduğu zaman İstanbul'u nasıl besleyeceksiniz? Yaralılara nasıl hizmet götüreceksiniz, insanlar nereye sığınacak? Hareketli iskelelerimiz hazır mı? Denizden besleyebilir miyiz İstanbul'u? Yapacak fazla bir şey yok, felaketi bekliyoruz. Bu felaket geldiğinde Türkiye bağımsızlığını kaybedecek!' diye çırpınıyordu...

Bu tür uyarılar hiç etki yapmıyor, ama depremin saati işlemeye devam ediyor.