Ukrayna-Rusya savaşının başlamasının üzerinden iki yıl geçti...

Savaş, yalnızca iki ülkeyi değil tüm dünyayı etkiledi...

Önümüzdeki seçimlerde muhtemelen yeniden ABD’nin başına geçecek olan Trump, kısa süre önce bir açıklama yaparak, bu savaşın üçüncü dünya savaşını tetikleyebilecek özelliklerine dikkat çekti ve “Üçüncü dünya savaşına çok yakınız” dedi...

Ardından “olası savaşı önleyebilecek tek kişi”nin kendisi olduğunu ilan etti.

***

Trump’ın sözünü ettiği tehlike, aslında bir çok strateji uzmanı tarafından da dile getiriliyor...

O zaman şu soru akla geliyor...

İki komşu ülke arasındaki mevzi sayılabilecek bir savaş, neden bir dünya savaşı tehlikesi doğurabilecek özellikler kazandı?

***

Bu sorunun cevabını bulabilmek için geçmişe dönmek ve Birinci Dünya Savaşının nasıl başladığına bakmak gerekiyor...

O savaş, Avusturya Macaristan İmparatorluğu tarafından yönetilen Bosna-Hersek’in Sırbistan’a bağlanması gerektiğini savunan bir avuç Bosnalı Sırp tarafından başlatılan bir suikast girişiminin biraz da tesadüf sonucu başarıyla sonuçlanması üzerine başlamıştı...

Suikast sonucu öldürülen Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi elbette önemli bir kişiydi, ama savaşın  başlaması ve hızla bir dünya savaşına dönüşmesinin sebebi bu olayın uyandırdığı öfkeden çok uzun yıllar birikmiş olan uluslararası değişim süreçlerinin bir noktada tıkanması ve bu tıkanıklığın ancak savaş yoluyla çözümlenebilir hale gelmiş olmasıydı.

***

Daha açık bir deyişle, savaşın başlamasının gerçek nedeni, zaman içinde “eski” sömürge imparatorluklarına göre daha fazla güçlenen Almanya’nın, bu olay vesilesiyle müttefiki olan Avusturya-Macaristan imparatorluğunu İngiltere-Fransa ve Rusya’ya karşı yeni bir paylaşım sürecini başlatmak amacıyla savaşa sürüklemesiydi...

Kısacası, savaşı başlatan esas neden dünyanın paylaşımı konusunda “eski” ve “yeni” sömürgeci devletler arasında çıkan anlaşmazlıklardı...

Tertiplenen suikast yalnızca bu anlaşmazlıkların gündeme getirdiği savaşın fitilini ateşlemişti!

***

Peki, bu anlaşmazlıklar barışçıl yöntemlerle, yani “siyasi” yollardan çözülemez miydi?..

Eğer sonradan yarışa giren Almanya’ya “ziyafetten” istediği pay İngiltere ve Fransa tarafından verilebilseydi belki çözülebilirdi; ama bu olmadı...

O zaman da siyasetin çözemediği sorunları çözebilecek tek yöntem olan savaş yöntemi devreye girdi.

***

Birinci Dünya Savaşı Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlandı...

Bu yenilgi sonrasında Almanya’nın müttefiki olarak savaşa giren Avusturya-Macaristan ve Osmanlı  imparatorlukları parçalandı...

Almanya’nın kendisi Versay’da ağır koşullarla bir barış anlaşması imzalamak zorunda kaldı. Bir anlamda Almanya’nın kendisi de sömürgeleştirildi.

***

Ne var ki, bu “çözüm”, aslında bir çözüm değildi...

Çünkü Almanya, Versay’ın ağır koşullarının üstesinden gelebilecek ve yeniden yarışa girebilecek potansiyele sahip bir ülkeydi...

Nitekim, ülke kısa bir süre sonra toparlandı ve yeni bir paylaşım savaşı için hazırlanmaya başladı. Bu görev için Hitler ve Nazi Partisi, Alman burjuvazisi tarafından siyaset sahnesine çıkarıldı...

Bu nedenle Nazi Almanyası tarafından başlatılan İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşının devamı olarak nitelendi. Gerçekten de bu iki savaş tek bir sürecin iki aşamasını oluşturmaktaydı.

***

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve müttefikleri yenilirken beklenmeyen bir gelişme yaşandı...

Dünyanın egemenliği için savaşan iki emperyalist devletler topluluğunun ortak hedefi olan Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası’nı yenen esas güç olarak tüm Doğu Avrupa’nın egemeni haline geldi...

İkinci Dünya Savaşı içinde Almanya ve İtalya’nın müttefiki olarak Çin’e saldıran Japonya da yenilgiden payını aldı. Japonya’ya karşı savaş sürecinde güçlenen Çin Komünist Partisi, dünya savaşının sona ermesinden sonra Çin’deki işbirlikçi hükümete karşı savaşı sürdürdü ve ülkeye egemen oldu. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde gerçekleşen devrimler de bu ittifaka katılınca dünyanın yaklaşık üçte biri “sosyalist” rejimlerle yönetilir hale geldi...

Böylece dünya, Sovyet Rusya, onun egemenliğindeki Doğu Bloku, Çin ve diğer sosyalist rejimlerin oluşturduğu “sosyalist kamp” ile İkinci Dünya Savaşından güçlenerek çıkan ABD liderliğindeki “Batı Bloku” arasında ikiye bölündü...

Her iki güç de nükleer silahlara sahip olduğu için bu çatışma sözü edilen ülkeler arasında açık bir savaşa dönüşemedi...

Bu gelişmeler sonucunda, Çin, Sovyetler Birliği ile ittifaka son verinceye ve Sovyetler Birliği de kendi iç krizi sonucu dağılıncaya kadar sürecek olan “soğuk savaş” başladı.

***

Soğuk savaş sırasında “iki kutuplu dünya”nın yarattığı olanaklardan yararlanan sömürge ülkeler Sovyetler Birliği ve Çin’in desteğiyle siyasal bağımsızlıklarını kazanmak için mücadeleye atıldılar...

Ve sonuçta sömürge sistemi tasfiye edildi...

Ancak bu süreç sonunda yalnız Batılı sömürge imparatorlukları değil Sovyetler Birliğindeki bürokratik sistem ve onun egemenliğindeki Doğu Bloku da parçalandı ve dağıldı.

***

Çin ise siyasal sistemini korusa da kapitalist dünya ekonomisi içindeki yerini aldı...

Böylece dünya üzerinde büyük bir bölümü İkinci Dünya Savaşı sonunda bağımsızlığını kazanmış ancak hemen tümü ABD hegemonyası toplanmış olan 208 devletten oluşan “tek kutuplu” bir sistem ortaya çıktı...

Ancak bu sistem daha en başından parçalanmasına yol açacak tohumları kendi içinde taşımaktaydı.

(Devam edecek)