Türkiye uzunca bir süre 'Erken seçim olacak mı?' tartışmasını yaşadı; sonra bir de baktık ki, normal zamanda yapılacak seçimin 'sath-ı mailine' girmişiz...

15 Haziran tarihinde, erken seçim tartışmaları tüm hızıyla devam ederken bu köşede 'Muhalefetin avantaj ve dezavantajları' başlığını taşıyan bir yazı yayınlamıştık...

O yazıda, seçim yaklaştıkça 'kara propaganda' yöntemlerinin daha sık kullanılacağı ve 'kimlik tartışmalarının' bu propagandanın ana malzemelerinden biri olacağı öngörüsünde bulunmuştuk.

***

Bugünkü yazımıza girmeden önce o yazıdan bir pasaj aktarmak istiyoruz:

'Günümüzde dijital görüntüleme tekniklerinin gelişmesiyle insan beynine ve düşünme süreçlerinin şekillenmesine ilişkin bilimsel araştırmalar büyük bir sıçrama yapmıştır...

'Yapılan araştırmalar, 'Aydınlanma' dönemi düşünürlerinin düşündüğünün aksine insan beyninin herkesin üzerine istediğini yazabileceği 'beyaz bir sayfa' olmadığını, beynimizin bir bölümü 'rasyonel' düşünceler üretirken bazı 'arkaik' bölümlerinin ilkel güdüleri ateşlemeye devam ettiğini göstermektedir. Düşünme süreçlerimiz her mesele üzerinde özgürce akıl yürüterek karar alma yoluyla değil, içine doğduğumuz sosyal çevrede yüzyıllar, belki de bin yıllar boyunca şekillenmiş kalıpların benimsenmesi ve bunların oluşturduğu ön yargıların devreye sokulması yoluyla çalışmaktadır...

'O nedenle, örneğin teke tek sohbetlerde son derece mantıklı konuşan insanlar, mensup oldukları çevrelerin ya da ince yöntemlerle tasarlanmış algı operasyonlarının etkisi altında kaldıklarında kolayca söylediklerinin tam tersi yönde hareket edebilmektedir. Hiç kuşkusuz, kimi zaman kendi deneyimlerimizden yararlanabilmekte, 'aklımız' sayesinde yüzlerce yıl boyunca oluşmuş 'kalıpların' dışına çıkabilmekteyiz; ancak bu zannedildiği kadar kolay olmuyor; özellikle de insan aklı bu yönde teşvik edilmiyorsa...'

***

Bu satırları yazarken aklımızda yakın geçmişte yaşanmış bazı olaylar vardı...

Şimdi üzerinde uzun uzadıya durmak istemediğimiz ama zamansal ve mekansal olarak bir çoğunu arka arkaya sıralayabileceğimiz o olaylar sırasında aynı mahallede ya da ortamda barış içinde bir arada yaşayan insanlar, çoğu zaman bir yalan ya da dedikodudan öteye geçmeyen bir söylentiyle büyük bir değişim geçirerek bilinçaltlarında 'öteki' olarak görmeye devam ettikleri komşularına ya da hemşehrilerine karşı 'sanki bambaşka bir insan' olup çıkmışlar ve normal zamanlarda yapmayacakları bir çok şeyi yapmışlardı...

Aynı insanlar, daha sonra 'normal' yaşantılarına döndüklerinde, ya olaylar sırasındaki rollerini inkar etmişler ya da davranışlarını aklamaya çalışmışlardı.

***

İnsanların beyinlerinde ve ruhlarındaki bu karmaşık ve çarpık yapılanmaları toplumsal partiler ya da sınıfların ortak belleklerinde de gözlemek mümkündür...

Bir grup insan, kimi zaman yıllar boyu içinde siyaset yaptıkları partiden ya da inanç topluluğundan bir şekilde mantıksal eleştiriler öne sürerek ayrılsa ve yeni bir yapı oluştursa bile, ayrılan grubun ortak belleğinde eski kalıplar ve davranış biçimleri varlıklarını örtülü bir biçimde uzun süre koruyabilir...

O nedenle, özellikle de siyasi rekabetin kızıştığı koşullarda, bu tür gruplar 'eski' yapılardan gelen geleneksel kalıplara dayalı eleştiri ve suçlamalardan kolayca etkilenebilir.

***

Bizce 'Altılı Masa'nın en büyük sorunu budur...

Bu sorun, daha işin başında bir araya gelen partilerin kendilerini bir 'ittifak' olarak niteleyememelerinde açığa vurmuştur...

Çünkü yakın zamana kadar farklı gelenekler içinde yer alan ve birbirlerine kalıplaşmış suçlamalarda bulunan bu partiler ya da gruplar; daha sonra çok haklı gerekçelerle birbirlerine yaklaşsalar bile 'eski' partilerinden ya da 'yeni' partinin içinde yer alan 'eski kafalı' partidaşlarından gelen 'Nasıl olur da sen bizim karşı saflarda gördüğümüz partiler ya da insanlarla ittifak kurarsın?' suçlamaları karşısında 'Biz ittifak kurmadık, yalnızca bazı sorunları görüşmek için bir masa etrafında bir araya geldik' gerekçesinin arkasına sığınarak yola çıkmışlardır.

***

Elbette böylesine zayıf ve ürkek bir 'masa', o çok korktuğu suçlamaları getiren ve tek lider etrafında kilitlenmiş görünen karşı cephenin siyasi taarruzu karşısında sarsılacak ve toparlanıp farklı bir tutum benimseyemediği takdirde bir süre sonra dağılacaktır...

Şu anda ortaya çıkmış olan belirtiler de o doğrultudadır...

Bu elbette, Türkiye'de siyasi sistemin demokratikleşmesini ve özgürlüklerin gelişmesini isteyen kesim açısından üzücü bir durumdur, ama üzücü de olsa manzara ortadadır.

(Devam edecek)