Dünkü yazımızda, 1970'li yılların başlarında tüm dünya ekonomisini etkileyen petrol krizinin nasıl toplumsal ve siyasal bir krize dönüştüğünü anlatmış...

Bu kriz sonucunda toplumların yüzlerce yıl süren mücadelelerle elde ettikleri ekonomik ve sosyal kazanımların nasıl ortadan kaldırıldığını Şili ve Türkiye'den verdiğimiz örneklerle göstermeye çalışmıştık.

***

O yıllarda dünya iki kampa ayrılmıştı ve bu iki kamp arasında bir 'soğuk savaş' hüküm sürmekteydi...

Normal olarak yukarıda anlatılan ve öncelikle Batı Dünyasını etkileyen krizin 'Doğu Bloku'nun işine yarayacağı, ekonomik ve toplumsal durumları kötüye giden Batıdaki emekçi kitlelerin 'Doğu Bloku'nun resmi ideolojisi olan 'sosyalist akımlara' yöneleceği düşünülebilirdi...

Zaten o dönemde resmi komünist partiler de bu yönde umutlar beslemişler ve gelişmeleri kapitalist sistemin çöküşünü haber veren gelişmeler olarak yorumlamışlardı.

***

Ama gelişmeler öyle olmadı...

Ortaya çıkan kriz bir süre sonra sosyalist ülkelere de sıçradı... Doğu Bloku'nun başında bulunan Sovyetler Birliği yöneticileri bu durum karşısında çareyi 'sosyalizmi' güçlendirecek önlemler almak yerine sistemin kapitalist ögelerini güçlendirecek ekonomik ve siyasal reform programlarını devreye sokmakta aradılar...

Sonunda, Doğu Bloku parçalandı ve Sovyetler Birliği de dahil olmak üzere bu blok yöneticileri yönettikleri halkın da desteğiyle sosyalizmden vazgeçerek neo-liberal politikalara teslim oldular.

***

Ortaya çıkan durum mekanik determinizme de, düz mantığa da aykırı bir durumdu...

O ülkeleri yönetenleri yanıltan da bu oldu...

Onlar, başlangıçta Batı Dünyasını sarsan krizden yararlanacaklarını düşünerek Afganistan'da siyasal bir taarruza giriştiler, ama sonunda yenilgiye uğrayınca pes ederek çareyi 'sürünün peşine takılmakta' buldular.

***

Yazımızın başlığını 'Algılar ve Gerçekler' olarak koyarken anlatmak istediğimiz şey de bu...

Yukarıda göstermeye çalıştığımız tabloda olduğu gibi, algılama sistemleri, 'objektif gerçekler'e aykırı bir biçimde çalışabiliyor ve bu 'olgu'ya dayanarak kapitalist sistemin merkezlerinde planlanan büyük 'algı operasyonları' başarıya ulaşabiliyor...

Peki ama bu nasıl mümkün oluyor?

***

Bu sorunun cevabı algılama sistemimizin çalışmasında yatıyor...

Algılama süreci, bazı açılardan daha önce anlattığımız fıkradaki boksörün algılama sisteminden farklı çalışıyor... Dayak yediği halde koçun telkinleriyle rakibini dövdüğüne inanan boksör, 'Peki, ama ringde beni döven biri var, o kim?' diye sorabiliyor... Büyük kitleler ise algılama sistemleri daha uzun zamanda çalıştığı ve dönüştüğü için dayak yediklerini ancak nakavt olduktan sonra anlayabiliyor...

Kitlelerin, gerçeklerin 'yumruğunu' hissetmelerinin boksörün algılamasından çok daha uzun bir zaman almasının sebebi, yaşanan gerçeklerin kolektif belleğe yansımasının boksör örneğinde olduğu gibi saniyeler içinde değil, onlarca yıldan sonra çarpıtılmış olarak gerçekleşmesi... Bunun sebebi de yüzlerce hatta binlerce yıllık önyargılarla şekillenmiş bireysel ve kolektif bilinç sistemlerinin oluşturduğu 'gözlükler'in gerçekleri 'objektif' olarak algılamayı çok daha güç bir hale getirmesi.

***

Konuyu en iyi bildiğimiz örnek olan Türkiye'den bir örnek vererek anlatmaya çalışalım:

Türkiye'de 1970'li yılların ortalarından itibaren 12 Mart askeri yönetiminin baskılarına ve ekonomik hakların kısıtlanmasına karşı toplumsal bir tepki gelişmeye başlamış, bu tepki daha geniş özgürlükler vaad eden ve 'toprak işleyenin, su kullananın' gibi toplumsal eşitsizliklere karşı sloganlarla seçim kampanyası yürüten CHP'yi güçlendirmişti...

Bu durum, yaşanan gerçeklerin bireylerin ve toplumun belleklerinde yarattığı doğal bir reaksiyondu; ancak, hem bireysel hem de toplumsal bellek yalnızca bu kısa dönemde oluşan tepkilerle oluşmuyordu... Başka ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de algılama sistemlerini şekillendiren esas itibariyle yüzlerce hatta binlerce yıl boyunca oluşmuş gelenekler, önyargılar ve toplumsal baskılardı... Sonuçta, ABD ve ülkemizdeki 'güç odakları'nın yürüttüğü bir 'algı operasyonu'yla Ecevit tüm sıkıntıların sorumlusu olarak gösterildi ve istifaya zorlandı. Onun yerini neo-liberal politikaları uygulamak için iktidara getirilen Demirel Hükümeti aldı...

Ne acıdır ki, bu olaydan yirmi küsur yıl sonra aynı çevreler, bu kez Ecevit'e bir azınlık hükümeti kurduracak ve tarihimizin en acı IMF reçetelerinden birini o hükümet uygulayacaktı.

(Devam edecek)