Bir önceki yazımızda Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı devletinin İpek yolu ticaretini denetim altına alma çabalarından bahsetmiş, bu çabaların yaklaşık iki yüz yıl süren Osmanlı-İran ve Osmanlı Rus savaşlarına yol açmasına karşın olumlu bir sonuç vermediğini, aksine Celali isyanlarına ve ambargolara yol açarak devleti askeri yönden en güçlü olduğu dönemde ekonomik bir krize sürüklediğini söylemiştik...

Bu durum karşısında Doğu Akdeniz üzerinden işleyen deniz ticaretinden sağlanacak gelir önem kazanmıştı...

Ancak Osmanlı devleti, burada da Venedik, Cenova ve İspanya gibi güçlü deniz devletlerinin rekabeti ile karşı karşıyaydı.

***

Osmanlı'nın bu rekabet karşısında kısa zamanda büyük bir deniz gücü oluşturması imkansızdı...

O nedenle, başlangıçta tıpkı karada akıncıların yaptığını yaparak 'vur kaç' esasına dayalı bir savaş yürütecek denize alışkın savaşçılardan oluşan bir güç oluşturuldu...

Nispeten küçük tekneler içinde korsanlık yaparak yetişen Kemal Reis, Piri Reis, Oruç Reis, Hızır Reis, Oruç Reis, Turgut Reis gibi denizciler daha sonra devlet adına resmi donanmalarda görev alıp kaptan-ı deryalığa kadar yükseldiler ve büyük askeri başarılara imza attılar.

***

O dönemde korsanlık son derece yaygın bir olguydu... Özerk bir biçimde hareket eden bu güçler, zaman zaman devletlere de hizmet veriyor, öyle durumlarda korsanlığı yalnızca o devletin düşmanlarına karşı uyguluyordu...

Onaltıncı yüzyılda Akdeniz'deki en önemli 'korsan yatakları' dönemin güçlü devletlerinin doğrudan yönetemediği Kuzey Afrika kıyılarındaki Fas, Tunus, Trablus, Cezayir gibi küçük sahil devletleriydi... Encyclopedia Britannica'da bu dönemde yürütülen korsanlık faaliyetleri hakkında şu bilgiler veriliyor:

'Kuzey Afrika'nın korsan ahalisinin gücü onaltıncı yüzyılda artmış, onyedinci yüzyılda en etkili haline ulaşmış, onsekizinci yüzyıl boyunca adım adım gerilemiş ve ancak ondokuzuncu yüzyılda ortadan kalkmıştır. (Bu cumhuriyetler) 1659'dan itibaren ismen Türk imparatorluğunun parçaları olarak görülseler de, aslında kendi yöneticilerini seçip yağma ile geçiniyorlardı. Bu sistem bir sınıf, hatta şirket haline gelen kaptanlar ya da 'reisler' tarafından yürütülmekteydi. Gemiler sermaye sahipleri tarafından donatılır ve reislerin komutasında denize açılırdı. Paşa ya da halefi olan Dayı ya da Bey ganimetin yüzde onunu alırdı.'

***

Bu reislerden en ünlüsü ve en yeteneklisi, kendisine daha sonra Avrupalılar tarafından 'Barbaros', Osmanlılar tarafından ise dine yaptığı hayırlı hizmetler nedeniyle 'Hayreddin' adı verilen Hızır Reis'ti...

Barbaros Hayreddin'in bir diğer önemli özelliği de dönemin padişahının isteği üzerine kendi anılarını yazdırmış ve bize önemli bir belge bırakmış olmasıdır...

Bu anılarda Hızır Reis'in verdiği bilgiler sistemin nasıl doğup geliştiğini açık bir biçimde göstermektedir.

***

Özetlersek...

Hızır'ın babası Yakup Ağa, Vardar Yenice'sinde doğup Osmanlı akıncılarına katılmış bir savaşçıdır...

Fatih Sultan Mehmed Midilli'yi fethettiğinde bu savaşa katılan bazı erleri kaleyi muhafaza için Ada'da bırakır ve bunların 'Kafirlerin kızlarından hangisi beğenirlerse usulünce nikah edip almalarına' izin verir...

Yakup Ağa da bu emre uyarak 'güzellikte emsalsiz bir kafir kızını nikah edip helallığa alır'...

Bu evlilikten dört oğul doğar: İshak, Oruç, Hızır ve İlyas...

Oruç, reisliğe heves eder ve bir tekne yaptırıp İlyas'la birlikte hem ticaret hem 'cihat' yapmaya başlar...

Seferlerinin birinde bir Rodos gemisiyle cenk ederken kendisi esir düşer, İlyas da 'ecel şerbetini içer'...

Oruç esaretten kaçmayı başarır ve bu kez kardeşi Hızır'ı yanına alarak bir dönem 'Mısır (Memlûk) sultanı bir dönem de Şehzade Korkut hesabına onların donattığı gemilerde korsanlık yapar...

Ancak Korkut, kardeşi Sultan Selim'le giriştiği taht kavgasını kaybedince iki kardeş, 'Türk yerleri karışıktır, varıp Tunus ocağına gidelim' derler ve Tunus Beyi'nin hizmetine girerler...

Tunus Beyi, Halk-ul Vad olarak adlandırılan bir kaleyi kardeşlere tahsis eder ve 'ulufe' ile onları hizmetine alır...

Yapılan anlaşmaya göre, 'Allah ganimet-i küffardan her ne ihsan ederse 'sekizde birini pencik, ellide birini liman hakkı olarak' Bey'e vereceklerdir. Aralarına büyük kardeş İshak'ı da alan kardeşler bahar gelince 'üç pare kendilerine iki pare de Tunus beyine ait' beş tekneyle gazaya çıkarlar.

(Devam edecek)