Kim ne derse desin, yaşamda rastlantıların önemi çok fazla…

Örneğin öyle bir dönemde doğmuşsunuzdur ki sokakta en çocuksu halinizle oyun oynarken bir şarapnel parçası gelip bedeninizi bulabilir ve ölebilirsiniz…

Büyümeden…

Genç olmadan…

Ergen olmadan…

Sevişmeden…

Kızsanız, karnınızda bir bebeğin ete kemiğe bürünmesini adım adım karın üstünden okşayarak duyumsamadan…

Onun bedeninizden kopup yeryüzüne gülümseyişine belki dünyanın en büyük heyecanıyla bakmadan… Yaşamadan…

Ama biraz daha geç ya da erken doğmuş olsanız, bu kadar kısacık olmayacaktır belki ömrünüz… Yaşayacaksınızdır o heyecanı.

***

Bu serüveni seçen siz değilsiniz…

Hiç tanımadığınız birilerinin aldığı kararlar sonucu şarapnel parçası gelip bulmuştur bedeninizi…

Bir çocuk olarak ölürsünüz…

Daha hiçbir şeyi anlayamadan…

Dünyanın zaten kirli olduğunu, büyümenin kirlenmek olduğunu bile…

Anlayamadan.

O 'büyümüş' ve 'kirlenmiş' insanların aldığı kararlardır bunun nedeni.

O küçücük bedeniniz ne tutacak ki o koca yeryüzü toprağında?

Da sığmaz olur…

Nazım'ın (Hikmet) şiirindeki kız çocuğu gibi…

İnsan olanlara, olabilenlere seslenir durur yıllarca, yıllarca…

***

Kabe'nin dibinde bir otel.

Yüksek mi yüksek bir bina.

Üst katlarından kabeye bakınca bir inanç sorgulaması yaşatacak kadar yüksek…

Orada bir pilot.

Şizofren…

Erkenden uyanır. Kabuslarından kaçarak iner kahvaltı salonuna.

Ve…

Genç bir anne babayla iki çocuk mutlu bir tablo oluştururlarken… Şarkı söylerken küçük kız çocuğu…

'Aniden masadaki kadın, kız bebeğin boğazından içeri parmaklarını sokmaya başladı. Çığlıklar atıyordu. Baba dehşete düşmüş, dona kalmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yerimden fırladım. Kadını ittim. Çocuk boğuluyordu. Kadın, elimden bebeği almaya çalışıyordu. Kadını yeniden ittim. Çığlıklar içindeydi. Herkes şoktaydı. Garsonlar, masada oturan diğer insanlar… Kimse ne olduğunu anlamamıştı. Ona bağırdım. Çocuğu yüzü koyun sol koluma yatırdım. Yine sol elimle çocuğun çenesini kavrayıp açtım. Sağ elimin avuç içiyle beş kez kürek kemiklerinin arasından sırtına vurdum. Yiyecek boğazından çıkmadı. Çocuk mosmor olmuştu. Yeniden şiddetle sırtına vurdum. Avcuma biraz yiyecek döküldü çocuğun ağzından. Hırıltılı bir ses duyuldu. Kısmen boğazı açıldı. Ama çocuk hırlıyordu nefes alırken. Telsize sarıldım.'

***

Sonunu merak ettiniz değil mi?

O çocuk kurtuldu.

Döndü yaşama…

Çocuğun ölmemesi için çabalayan, devamında da sürekli sonucu izleyen, çocuğun yaşama dönüşünü merak eden kişi mi?

Göksenin kaptan.

O bir roman (*) kişisi…

Ben bu romanı okurken, tam da bu bölümü, bir başka çocuk can verdi.

Henüz 11 yaşındaki bir kız çocuğu. Elif Terim… Ceylanpınar'da.

Göğsüne isabet eden şarapnel parçası, onun yaşamını siliverdi yeryüzünden.

Suçu sokakta oyun oynamaktı…

Nazım Hikmet'in 'Kız Çocuğu' şiiri geldi usuma:

'Çalıyorum kapınızı, / Teyze, amca bir imza ver. / Çocuklar öldürülmesin / Şeker de yiyebilsinler.'.

***

Göksenin Kaptan'ların yaşadığı bir dünyayı özlüyorum ben…

Ama küçücük çocukların ölümüne yol açan 'rastlantı'ları yaratanlar, o kararları verenler…

Onları toprak da bağışlamayacak!

Diye düşünmek istiyorum.

Kusacak durmadan geriye… Yatacakları yer olmasın diye…

Yeryüzünün kustuğu birer kusmuk olacaklar insanlık tarihinde…

Diye düşünmek istiyorum.

_________________

(*) Erhan Doğan, 'Petra'nın Kollarında', Roman, DüşGezginleri Yayınları, Birinci Basım: Temmuz 2019, Ankara.