Önceki yazımızın başında Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanlarının katılımıyla yapılan son Astana Zirvesi ve onu izleyen Erdoğan ve Putin arasındaki Soçi Zirvesi'nin Türkiye, Rusya ve İran'ın 'birbirine mecbur üç ülke' olduğunu kanıtladığını söylemiş...

Bu düşüncemizi kanıtlamak için 16. yüzyılın ortalarından 20. yüzyıla kadar üç devlet arasında yaşanan savaşların Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı ve Rus imparatorluklarının çöküşüne neden olduğuna dikkat çekmiştik...

Yazımızı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Rusya'da ve Türkiye'de devrimlerin gerçekleşmesi, İran'da da cumhuriyetçi bir dalganın yükselmesi sayesinde üç devlet arasında kurulan dostluğun üç ülkeye de büyük yararlar sağladığını hatırlatarak sonlandırmıştık.

***

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünyanın iki bloka ayrılmasıyla Türkiye ve Rusya arasındaki dostluk dönemi sona erdi...

Yeni dönemde, Rusya 'Doğu Bloku'nun başına geçerken Türkiye ABD'nin oluşturduğu Batı ittifakı içerisinde yer aldı...

Bu arada laiklik yanlısı milliyetçi Rıza Şah iktidardan çekilmeye zorlandı, onun yerine geçen oğlu Muhammed Rıza Şah, İran'ı ABD'nin bölgedeki bağımlı devletlerinden biri haline getirdi.

***

Burada Türkiye-Sovyetler Birliği (Rusya) ilişkileri açısından bir noktayı belirtelim...

Türkiye'de o tarihten sonra iktidara gelen ABD yanlısı yönetimler NATO'ya girmelerine, ABD'ye ülkede askeri üsler vermelerine ve soğuk savaş koşullarına uyarak ülkedeki demokratik ve devrimci güçler üzerinde şiddet ve baskı uygulamalarına karşın, ABD'den yeterli ekonomik desteği alamadıkları için Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmışlar...

Bunun sonucunda ABD destekli darbeler ya da zorlamalarla iktidarı bırakmak zorunda kalmışlardır.

***

Kredi istemek için ABD'ye yaptığı ziyaret sırasında yeterli desteği bulamadığı için Moskova'yı ziyarete karar veren Adnan Menderes'in bu kararı uygulayamadan 27 Mayıs darbesiyle devrilmesi...

1964 Kıbrıs olaylarında ABD'nin Türkiye'nin Kıbrıs'taki garantörlük haklarını kullanmasını fiilen engellemesi üzerine 'Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır' sözleriyle ABD'ye meydan okuyan İsmet İnönü'nün iktidardan düşürülmesi...

Sovyetler Birliği'ni işadamlarını da kapsayan geniş bir heyetle ziyaret etmesinin ve ekonomik işbirliği anlaşmaları imzalamasının ardından Süleyman Demirel'in 12 Mart muhtırasıyla iktidardan çekilmeye zorlanması bu tür örneklerden bazılarıdır.

***

Hiç kuşkusuz, bu olaylarda yalnızca 'dış etkenler' rol oynamamıştır. Ülkenin kötü yönetilmesi de söz konusu iktidarları yıpratarak ABD'nin yararlanacağı bir ortam yaratmıştır...

Ancak, ortada bir gerçek vardır: Ekonomik ve siyasal mecburiyetler Türkiye'yi sürekli olarak ABD'nin içine soktuğu kalıpların dışına çıkmaya zorlamakta, ABD ya da onunla bağlantılı güçler ise bu girişimleri engellemeye çalışmaktadır. Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruma, komşularla iyi ilişkiler geliştirme ve dengeli bir dış politika izleme çabaları, ABD tarafından sürekli baltalanmaktadır...

24 Kasım 2015'te Rus uçağının düşürülmesinin ardından Rusya'nın yaptırımları karşısında yalnız bırakılan Türkiye'nin bir 'denge politikası' arayışı içine girerek Rusya ile arasını düzeltmesinin hemen ardından ABD ve NATO bağlantılı FETÖcü subayların 15 Temmuz 2016'da darbe girişiminde bulunması da bu tarihsel olaylar zincirinin yalnızca bir halkasıdır.

***

Yazımızın konusu olan son Astana ve Soçi zirvelerinin gösterdiği gerçeklere gelince...

AKP iktidarının İran'a karşı uygulanan petrol ve doğalgaz ambargosuna katılmayı reddetmesi, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Nisan 2017'de S-400 hava savunma füze sistemi için Rusya ile sözleşme imzalaması, ABD ve NATO'nun yaptırım tehditlerine rağmen Temmuz 2019'da S-400'leri teslim alması, Ukrayna-Rusya arasındaki savaş dolayısıyla Rusya'ya uygulanan ekonomik ve siyasi ambargolara karşı çıkması, ABD ve NATO'nun engelleme çabalarına karşın Rusya ve İran'la görüşmeleri sürdürmesi, Batılı müttefikleri nezdinde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır...

Bu hayal kırıklığı, Batı medyasının öfke ile çaresizlik ifade eden yorum ve analizlerinde açıkça dile getirilmektedir.

(Devam edecek)