Deniz dalgalıydı. Dalgalar açıklardan köpüre köpüre geliyor, kıyıya çarpıp geri dönüyordu. Dalga bir canlıydı, ayağa kalkıyor sonra yine geri devriliyordu…

Sanki elinde silahı, cephede koşarken göğsüne kurşun gelen, toprağın üzerinde silahıyla son kez ayağa kalkıp, göğe ve ufka bakıp yere kapaklanan bir asker gibi…

Dalgaları seyrederken söyleşiyoruz genç bir arkadaşımla…

Ne üzerine?

Hızlı okuma teknikleri üzerine…

Hızlı okuma tekniklerini öğrenip öğrenmediğimi soruyor arkadaşım.

Dedim ki ona:

'Ben okumayı seviyorum. Kitaplar hakkında özet bilgiler edinmeyi değil… Bir kitabın bir sayfasını bazen bir saatte okurum. Çünkü, etkilemişse beni durur düşünürüm. Hülyalara dalarım. Gökyüzüne bakarım. Dönerim yeniden sayfaya… Belki bir yazıya, bir şiire başlayıveririm o sayfalarda yazılanların çağrışımıyla… Anlatılan kadar nasıl anlatıldığıyla da ilgilenirim. Bazen okuduklarım başka kitaplara bakmaya da yönlendirir beni. Sayfalarda anlatılanlarla, kitabı nerede, ne zaman, nasıl okuduğum bile bütünleşiverir. Yaptığım okumak değil sanki, o kitapla yaşamaktır. Doğrusu hızlı ve çok okumak değil, kitapla yaşamak bence…'

***

Genç arkadaşımla deniz kıyısında söyleşirken Eylül ayı kapılarımızı çalmak üzereydi.

Çaldı işte…

Eylül, ayların belki de en güzelidir.

Yazın kavuran sıcakları yerini tatlı bir serinliğe bırakmaya başladı işte. Üşütmeyen, usul esintiler okşamaya başladı alınlarımızı…

Eylül ayların en güzeli belki diye düşünüyorum.

Düşünüyorum da, Türkiye'de bambaşka bir dönemi, acıları, işkenceleri, idamları çağrıştıran bir ay Eylül…

***

'Kollarımı bileklerimden arkaya dönük olarak bağladılar. Sonra ters bir şekilde tavanda duran kancaya ipi geçirip ipi yukarı çektiler, her iki kolumun bir an omzumdan kopacağını düşündüm. Nasıl bir acıydı bu böyle? Yukarı çekerken her bir harekette kemiklerimin ses çıkardığını resmen çatırdadığını duydum. Bununla yetinmeyip ayaklarıma içine su doldurulmuş bidonları bağlayarak aşağı doğru uzamamı sağladılar. Sanırım yirmi, otuz santim uzamıştır vücudum.'

'Ağza alınmayacak küfürler ederek yere indirdiler beni. Tekmelerin biri inip biri kalkıyordu bedenimden. 'Şimdi' dedi diğeri, 'sana öyle bir şey yapacağım ki seni deli edeceğim. Mademki aklındakileri bize anlatmıyorsun, aklın artık bize lazım değil, sana da lazım olmasın. Aklını oynatmanı sağlayacaım.' Duvara dayadılar. Ayaklarımı ve kollarımı hiç kımıldatamayacağım şekilde bağladılar. Duvara sabitlenmiş bir demir halkayı boynumdan geçirdiler. Bir başka halkayı, başımı geriye çekecek şekilde kaşlarımın üzerinden geçirerek vidaladılar. Böyle bir modeli daha önce ne duymuş ne de yaşayanı dinlemiştim. Meraklandım ne olacağına dair. Başım geriye kaykıldığı için soluk almakta biraz zorlanıyordum ama dayanılmaz değildi. Sonra yukarıdan, mavi bir hortumun içinden tam alnımın ortasına su damlamaya başladığını yüzümün ıslanması ile fark ettim. Bir, iki, üç, dört… Belirli aralıklarla ama düzenli olarak düşüyordu. İlk anlarda çok da zor gelmemişti ama zaman uzadıkça damlaların sanki giderek irileştiğini ve daha ağırlaşarak alnıma düştüğünü hissetmeye başladım. (…) Düzenli düşen su damlacıklarının, insan beyninin içine bir çivi çakılıyormuş gibi acı verdiğini orada öğrendim. (…) Benliğimi yitiriyordum. Adımı anımsamaya çalıştım, adım aklıma gelmiyordu.'

***

Şair Ahmet Telli'nin dizelerini de anımsatan bu alıntılar Kızıl Ömer diye bilinen Ömer Soylu'nun defterinden… Kızıl Ömer'in otuz yıl sonra, tam da kumpas döneminde, 2010'da yeniden gözaltına alınmasından sonra kızının ağlayarak okuduğu defterden.

Kızıl Ömer mi?

O bir roman kişisi.

Roman kişisi ama 1970'li yılları ve 12 Eylül 1980 sürecini yaşamış ne çok kişinin serüvenini, acılarını, direncini yansıtıyor…

Hızla okuyup bitirmediğim, günlere yayarak okuduğum, kişileriyle yanyana durduğum, yürek atışlarımı buluşturduğum, kişileriyle ağlayıp, hüzünlendiğim, umutlandığım, birlikte yaşadığım bir romanın (*) kişisi…

Anlatılan işkence sahnelerinin tam da 12 Eylül'ün yıldönümünde karşıma çıkıvermiş olmasına ne demeli?

_______________

(*) Cevat Turan, 'Bir Eylül Yarası - Hesaplaşma', Pupa Yayınları, Birinci Baskı: Ocak 2019, İstanbul.