Soner Yalçın’ın Odatv’de açtığı “sağ ve sol kavramları” ile ilgili tartışmaya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı hukukçu Mehmet Uçum da 25 Şubat tarihli bir mektupla katıldı.

1990 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında mensubu olduğu TKP saflarını terk edenlerden biri olan Uçum, mektubunda sağ ve sol kavramlarını tartışmakla kalmıyor, kendisinin saf değiştirmesinin “teorik” gerekçelerini de ortaya koyuyordu...

Yaşadığı hayal kırıklığından sonra Marksizmi terk ederek AKP saflarına sürüklenen Uçum’un siyasal davranışı hiç kuşkusuz bu tür gerekçelerle açıklanamaz; ancak ileri sürdüğü teorik gerekçelerin bir bölümü bazı gerçeklere dayanıyor ve tartışılmayı hak ediyor...

Ne var ki “Sol”un günümüzdeki genel dağınıklığı ve toplumsal mücadeleye “öncülük” etmekten vazgeçen tutumu nedeniyle bir çok sosyalist düşünür tarafından da ileri sürülen bu gerekçeler onlarca yıl boyunca sosyalizmin geleceği bağlamında ele alınamıyor. Bu zaaf nedeniyle ütopyalarını yitiren ve inandırıcılıklarını kaybeden “sol akımlar” yerlerini mikro milliyetçi, liberal ve mezhepçi akımlara bırakmak zorunda kaldılar.

***

Uçum, mektubunda son elli yıl boyunca teknoloji, iletişim, ulaşımdaki gelişmelerin toplumsal yapıları kökten değiştirdiğini, klasik işçi sınıfının yerini emeğe dayalı farklı sınıfsal katmanlardan oluşan toplum katmanlarının aldığını, iç sermayenin yerini küresel egemenlikten pay alan, kendi içinde de çatışan ve ulusal sermayeleri de kontrol altına almaya çalışan küresel sermaye güçlerine bıraktığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“Burada söylenen sınıfların bittiği değildir. Solun klasik işçi sınıfına dayalı siyaset döneminin kapandığıdır. Zaten bu tez aslında başarısız oldu, hiç bir zaman realize olamadı hep öncü/kadrocu bir hareketin söyleminde kaldı. Batıda işçi sınıfları öncü grupların kitlesi olmaktan ve nihayetinde seçmeni olmaktan öteye gidemedi, iktidar öznesi olamadı. Sonrasında da sınıfların karakteri çok değişti, temel çelişkinin/çelişkilerin bağlamı kökten yenilendi. ‎Yoksa kapitalizmin ekonomik yapısı elbette nesnel dinamikleri gereği sınıf ilişkileri üretir. Adeta bir zorunluluktur bu. Fark, ütopik sınıf esaslı solculuğun yerini daha gerçekçi olan toplumsal sol siyasetin almasıdır. Yani sınıf esaslı solun bitmesi sol siyasete olan ihtiyacın bittiği anlamına gelmez. (...) Ancak bu tartışmalar olmakla birlikte en azından siyasetin ana aksları sağ ve sol olarak nitelendiği sürece ya da bu kavramlara ihtiyaç devam ettikçe sol siyaset de varlığını sürdürecektir. Bu noktada sınıf esaslı solculuktan toplum esaslı solculuğa geçildiği söylenebilir. Sol siyasetin sosyolojik kapsamının genişlediği tespiti tam da buna yöneliktir.”

***

Meseleleri derinliğine bilmeyen bazı “solcular” ilk bakışta bu söylenenlere karşı çıkabilir...

Ancak Marx’ın siyasi yönetici olarak işçi sınıfına verdiği rolün bizzat onun tarafından kurulan ve ağırlığı işçilerden oluşan Birinci Enternasyonal içinde bile tartışıldığı, Engels’in dönemin işçi hareketinin uzlaşmacılığını “işçi aristokrasisi” doktriniyle açıklamak zorunda kaldığı, Rusya’daki sosyalist devrimden sonra dönemin ünlü komünistlerinden Rosa Luxemburg’un işçi sovyetlerine dayalı olduğunu söyleyen yeni iktidarın yerini bürokratlara bıraktığı uyarısını yaptığı bilinmektedir.  Lenin’in de kurulan sistemi esas olarak “Alman tipi tekelci kapitalist bir sistem” olarak tanımladığı ve bu sistemde en büyük tehlikenin “bürokrasiden” geldiğini söylediği bilinmektedir...

Kaldı ki o tarihte Lenin, sosyalizmin Rusya gibi geri kalmış bir ülkede tek başına kurulamayacağını, Batılı ülkelerde işçi sınıfı iktidara el koyarak Rusya’nın yardımına gelmediği takdirde Rusya’da sosyalist devrimin eninde sonunda yerini kapitalizme bırakacağını da söylemiştir. Daha sonra Stalin döneminde “tek ülkede sosyalizm”in kurulduğu iddiasıyla bu tez terk edilmiş, ancak sonunda Lenin, Troçki ve Rosa Luxemburg gibi aksini iddia edenlerin haklı olduğu ortaya çıkmıştır.

***

Günümüzde, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde kapitalizmin içsel gelişmeleri sonrasında Marx ve Lenin zamanında toplumsal muhalefetin çekirdeğini oluşturmuş olan sanayi ve maden işçileri giderek yerlerini elektronik ve dijital sanayilerde çalışan ve kol emeğinden ziyade kafa emeğiyle geçimini sağlayan emekçi katmanlara bırakmaktadır. “Fordist” montaj hatlarında çalışan işçilerin yerini sanayinin otomasyonu sonucu sayıları hızla artan  robotlar almaktadır...

Bu nedenlerle gelişmiş toplumlarda nüfus içinde oranları azalan sınıfsal katmanların başında sanayi işçileri gelmektedir...

Bu gelişmeler sonucunda daha Marx ve Engels döneminde ortaya çıkan “işçi aristokrasisi”nin denetimine girmiş olan sosyal demokrat partilerin sosyal tabanları giderek farklılaşmış, sendikalar “düzen örgütleri”ne dönüşmüştür. Sosyalist partiler artık kapitalizme alternatif politikalar üretmek yerine kapitalist sistemin ekonomik ve siyasal alanda “koltuk değnekleri” haline gelmiş bulunmaktadır.

(Devam edecek)