Önceki yazımızda AKP’nin 2002’de yüzde 34 oy alarak tek başına iktidara gelmesinin ardından 22 yıl boyunca iktidarını koruyabilmesinin büyük ölçüde muhalefetin parçalanmışlığı ve zayıflığından kaynaklandığını söylemiş...

“Kılıçdaroğlu’nun girdiği tüm seçimleri ve itibarını kaybetmesinin en büyük nedeni kendisine, partisine ve cumhuriyet ilkelerine duyduğu güvensizliktir” demiştik...

Yazımızı şu sözlerle noktalamıştık: “Son yerel seçimlerde AKP-MHP blokunun üç büyük şehir başta olmak üzere muhalefetin yerel yönetimdeki kalelerini çökertmesi ve aldatıcı bir zafer daha kazanması işten bile değildi... Neyse ki bu arada CHP’deki “değişim” imdada yetişmiştir”.

***

CHP’deki değişimin yarattığı olumlu havanın bu derece etkili olmasının sebebi ise geçen yıl yapılan seçimi kazanmasının ardından AKP-MHP blokunun kendisine umut bağlamış kitleleri sürekli hayal kırıklığına uğratmış olmasıydı...

Depremin açtığı yaraların halen giderilememiş olması; Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde çiftçilere, emekçilere ve emeklilere verilen umutların “boş çıkması”; izlenen ekonomik politikaların neo-liberalizm ile neo-İslamizm arasında dalgalanarak ülke tarihinde eşi az görülen bir enflasyona yol açması ve sıcak para akımlarının azalması AKP’ye duyulan güvensizliği artırmıştı...

Yıllar önce yürüttüğü neo-liberal ekonomik politikalar nedeniyle suçlanarak görevden alınan ve partiden uzaklaştırılan Mehmet Şimşek’in “kurtarıcı” olarak tekrar ekonominin başına getirilmesi ve “seçimden sonra kemerler iyice sıkılacak” söylentisinin yayılması ise gidişattan rahatsız olan seçmenleri “acilen” saf değiştirmeye zorlamıştı.

***

Bu noktada, muhalefet partilerinin tabanında yer alan seçmenler de kendi liderini değiştirme iradesini göstermiş olan CHP’nin etrafında toplanmışlar ve onu Türkiye’nin en büyük partisi haline getirmişlerdi...

Hiç kuşkusuz, CHP kendisine yönelen bu umutları boşa çıkarmazsa, halen iktidarı destekleyen kitleler arasında da bir süre sonra “bıkkınlık!” duygusu kendini gösterecek ve CHP açısından gerçek zafer ancak o zaman kazanılacaktır...

Kısacası, bundan sonraki olayların seyrini belirleyecek olan etken AKP’den çok Özgür Özel başkanlığındaki CHP ve ona bağlı yerel yönetimlerin performansları olacaktır.

***

Bu noktada CHP’nin karşısındaki en büyük tehlike, yeni yönetimin “parçalı” yapısı ve bu yapının içinde taşıdığı çelişkilerin ileride bir çatışmaya dönüşme ihtimalidir...

Bilindiği gibi, CHP’nin yeni seçilmiş genel başkanı Özgür Özel, yakın zamana kadar Kılıçdaroğlu’na yakınlığını korumuş olan nispeten genç ve tecrübesiz bir liderdir...Buna karşılık İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat yürüttüğü kampanyaya karşın büyük bir farkla kazanmış olan Ekrem İmamoğlu, halk nezdinde ve “dış çevrelerde” çok daha popülerdir...

Mansur Yavaş da mütevazı görünümünün altında iyi bir organizatör ve“iddialı” bir siyasetçi olduğunu göstermiştir.

***

Kısacası, CHP, şu an itibariyle Kılıçdaroğlu döneminden farklı olarak tek bir lider tarafından değil bir “triumvira” (üçlü yönetim) tarafından yönetilmektedir...

Bu olay, yakın tarihimiz açısından yeni bir şey değildir; dahası tek kişinin yönetimi ile kıyaslandığında bazı avantajları da vardır...

Ancak üçlü bir yönetimde dengeler çok hassastır ve kolayca bozulabilir.

***

Ulusal Kurtuluş Savaşımız, başlangıçta Çanakkale kahramanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İttihat Terakki’nin yurtiçi örgütünün yönetimini devralmış olan Rauf Bey ve Doğu’da Türk silahlı kuvvetlerinin ayakta kalmış son güçlerini yöneten Kazım Karabekir Paşa’dan oluşan bir “triumvira” tarafından yönetilmişti...

Bu yönetimi oluşturanlar ulusal kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlanmasının ardından kurulacak yeni yönetimin şekli konusunda anlaşmazlığa düşünce Mustafa Kemal Paşa kurduğu Halk Fırkasının başına geçerek Rauf Bey ve Kazım Karabekir’i yönetimden uzaklaştırmak zorunda kalmıştı.

***

Bu olay, o dönemin siyaset dünyasında önemli çalkantılar yaratmış, Rauf Bey ve Kazım Karabekir Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurarak iktidar mücadelesine girişmişlerdi. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, bürokrasiyi yöneten Başbakan İsmet İnönü ve silahlı kuvvetlerin yönetimini fiilen elinde bulunduran Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’tan oluşan yeni bir “üçlü yönetim” oluşturmuştu...

Bu üçlü yönetim de Atatürk’ün sağlığının bozulması üzerine sarsılmış, kendisinin etkisizleştirildiğini gören Atatürk, İsmet İnönü’yü başbakanlıktan azlederek onun yerine Celal Bayar’ı atamıştı...

Atatürk’ün ölümünden sonra bu kez İsmet İnönü Fevzi Çakmak’ın desteğiyle Cumhurbaşkanı olmuş, Celal Bayar’ı başbakanlıktan ve siyasetten uzaklaştırmıştı. İkinci Dünya Savaşında ABD ve Sovyet Rusya’nın yönettiği koalisyonun kazanacağı belli olunca da “Alman yanlısı” olarak bilinen Fevzi Çakmak’ı da emekliye sevk etmiş, ipleri tek başına kendi eline almıştı.

(Devam edecek)