Anayasa Mahkemesi bir ülkedeki en üst yargı makamıdır ve aldığı kararlar diğer her otorite için bağlayıcıdır, kesin hükümdür. Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve aldığı kararların yüceliği doğrudan anayasanın kendisi tarafından korunur. Mahkemenin aldığı kararı uygulamayan her kişi, kurum, otorite anayasaya karşı suç işlemiştir.

Anayasa bir devletin ve vatandaşlarının kutsalıdır. İşleyişin nasıl ilerleyeceğinin bir göstergesidir. Keyfi hükümlerin verilmesinin önündeki en büyük koruyucu, canlı bir metindir.

Geçtiğimiz gün TİP milletvekili Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi ise Anayasa Mahkemesi’nin kararının hiçe sayılmasıdır. Gerçekleşen olayın ardından TİP, CHP ve DEM vekilleri  protesto amaçlı kürsüye yürüdüler ve bu süreçte Bozdağ’a anayasa fırlatıldı. Tarihe nottur: Hukukun işleyişine olan güvenin ne yazık ki çoktan sarsıldığı ülkemizde emsali görülmemiş bir usulsüzlük gerçekleşmiştir.

Bu sadece Can Atalay ve vekilliği temelinde düşünülmemelidir. Hukuk eğer bir kişi için yoksa artık hiçbirimiz için yoktur. Anayasayı işlevsizleştirmek sadece muhalefet için değil iktidar için de bir tehdittir. Hukuk düzeninin olmadığı bir ülkede hiçkimse güvende değildir. Bu sebepten Özdağ’ın dediği gibi “Artık bir anayasamız yok.” diyip de bu işlevsizleştirme söylemini yaygınlaştırmayacağım. Bir anayasamız var ve bu anayasa ülkemizdeki en kutsal şeydir ve ona karşı bir suç işlenmiştir.

İnanın daha açık nasıl yazacağımı ben de bilmiyorum. Bu öylesine temel bir gerekliliğin ihlali ki ülkem için tedirginlik duyarak gelişmeleri takip ediyorum. Bir ülkeden hukuk düzenini çıkartırsanız geriye hiçbir şey kalmaz. Yapılan yanlıştan derhal geri dönülmesi kamuoyunun en büyük beklentisidir. Uzun süredir bir kutuplaşma sürecinin içerisinde kendisini bulan halkımızı daha fazla bölmeye teşebbüs etmeyin.

Çoğunluk demokrasilerinin sürdürülebilir hiçbir yanı yoktur. Demokrasilerde kimse kaybediyormuş gibi hissetmemelidir. Eğer demokrasilerin kaybedenleri varsa bunun orta çağdaki herhangi bir krallıktan ne farkı kalır? Üstelik bu her an bir kan davasına dönüşme tehlikesini yapısı gereği kendi içerisinde barındırır. Böylesine zorbaca ilerleyen süreçlerde güç sahiplerinin de kaygıları gün geçtikçe artar. Muhalefette gelişmekte olan- bastırılmış duyguların ve haksız muameleler sonucu- rövanşist düşüncelerin varlığından bahsediyorum. Bir arada yaşayabilmeyi becermek isteyen bir halk için bu yarıkların daha fazla açılmaması gerektiği konusunda bir siyaset bilimci olarak altını çizerek uyarma ihtiyacı duyuyorum.  Hukuksuzluk canavarı bir ülkede belirdiği andan itibaren çeşitli kesimlerin radikalleşmesi ve hak arayışlarını hukuki çerçevenin dışına taşıması ülkedeki istikrarı yerle bir edecek anarşi teşebbüslerini yaratacaktır. Türkiye’nin kuyruğunu yiyen yılan paradoksundan derhal kendisini kurtarması gerekmektedir.

Bir kişi için hukuk yoksa, artık hiçkimse için yoktur!