Önceki yazımızda Soner Yalçın’ın Odatv’de açtığı “sağ ve sol kavramları” ile ilgili tartışmaya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı hukukçu Mehmet Uçum’un da 25 Şubat tarihli bir mektupla katıldığını söylemiştik...

1990 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında mensubu olduğu TKP saflarını terk edenlerden biri olan Uçum, mektubunda sağ ve sol kavramlarını tartışmakla kalmıyor, kendisinin saf değiştirme gerekçelerini de “teorik” olarak ortaya koyuyordu...

Yazımızda, Uçum’un siyasal yaşamındaki “büyük sıçramanın” bu tür gerekçelerle açıklanamayacağını, ancak ileri sürdüğü teorik gerekçelerin bir bölümünün bazı gerçeklere dayandığını belirtmiştik.

***

Bir çok yurtsever ve demokrat solcuyu da etkilemiş olan bu gelişmeler nedeniyle 1980’lerden bu yana -özellikle de 1990’lı yıllarda- yalnız Türkiye’de değil, Türkiye gibi bağımlılıktan kurtulma çabası içindeki tüm ülkelerde bir “bozgun havası” yaşandı...

Bu süreçte ulusal bağımsızlık ve kalkınmanın öncüsü olması gereken CHP gibi önemli bir parti, kökenindeki anti-emperyalist yönelimini yitirerek Batı tarzı sosyal liberal (sosyal demokrat) bir partiye dönüştü ve geçmişte yaptığı “hatalar” dolayısıyla “sağ” partilerin taraftarlarından af diledi!..

Bazı “sol ve komünist” partileri yönetenler ise antiemperyalist mücadeleyi terk ederek Batılı ülkelere sığındılar ve örgütlerinin adındaki “Türkiye” ibaresini atabilmek için örgütlerini lağvettiler ya da adını değiştirdiler...

Tüm olumsuz gelişmelere karşın antiemperyalist geleneği sürdürmeye çalışan siyasi akımlar ve aydınlar ise bir yandan 12 Eylül askeri darbesinin diğer yandan bu boğucu atmosferin baskısı altında ezildiler ve etkisizleştiler.

***

M. Uçum, Soner Yalçın’a yazdığı mektupta bu gelişmelere değiniyor ve ardından "Türkiye'de gerçek anlamda kendini yurtsever sol demokrat olarak kimliklendiren veya buna layık olan güçlü bir sol siyasal akım yoktur" diyor...

M. Uçum’un ileri sürdüğü bu savda da önemli bir gerçek payı var...

Dünyada ve Türkiye’de yaşanan olumsuz gelişmelerin ardından “şirazesi kaymış” olan “sol”, sözünü ettiğimiz gelişmeler karşısında duruma uygun çözümler geliştiremediği için yediği darbelerden sonra kendini bir türlü toparlayamadı...

Yaşanan bu olumsuz süreçte solun örgütlü güçleri dağıtılırken, eski yapılarda yöneticilik yapanların önemli bir bölümü “aktif siyaset” alanını terk etti; terk etmeyenler ise ya yeni ortama uyup çeşitli “metamorfoz” süreçlerinden geçtiler ya da “ulusalcı”, “ergenekoncu”, “hatta Kemalist”  diye damgalanıp saf dışı edildiler...

Bu durum nedeniyle yaşanan sürecin değerlendirilmesi genellikle sorunu gazete köşelerinde ya da kimsenin fazla okumadığı kitaplarda dile getiren bazı “bireysel aydınlara” kaldı.

***

Bu aydınlardan biri olan Barış Doster, 18 Mart tarihinde Veryansıntv’de yazdığı bir yazıda şunları söyledi:

“Ağzına ‘emperyalizm’ kavramını almadan siyasal tahlil, sınıfsal tahlil, iktisadi tahlil yapan, uluslararası ilişkiler ve dış politika yorumlayan bir uzman, bilim insanı, gazeteci, emekli asker, emekli diplomat grubu var. Bu kavramı kullanmamak için kırk dereden su getiriyorlar. Acıdır ve yüz kızartıcıdır. ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO’nun, Avrupa Birliği’nin başına bir şey gelse bu grup üyeleri arasından kederden intihar edenler çıkabilir. Üzücüdür ve ürkütücüdür.”

Doster daha sonra “meramını” şu sözlerle daha açık anlattı:

“Cumhuriyet kurulduktan kısa süre sonra, Musul sorunu nedeniyle İngilizlerle gerginlik yaşadığımız sırada patlak veren Şeyh Sait İsyanı’nda, kimin parmağı vardı? Hatay nedeniyle Türkiye ve Fransa arasında ipler gerildiğinde, Dersim İsyanı’nın çıkması tesadüf müydü? 1960 sonrasında hem iç siyasetteki arayışların hem de dünyada yükselen akımların etkisiyle, tam bağımsızlık, milli dış siyaset, planlı ekonomi, sosyal devlet, ulusal sanayi talepleri dillendirildiğinde, sözde soykırım iddialarının ve Asala terörünün başlaması, nasıl izah edilebilirdi? 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye’de artan terör, sağ – sol çatışması, rastlantı mıydı? 12 Eylül 1980 darbesinden kısa süre sonra, PKK terör örgütünün, 1984 yılında ilk terör eylemini yapması, nasıl açıklanabilirdi?”

***

Yaşanan olumsuz gelişmeler karşısında “sol”un sergilediği çaresizliği, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde “Sol neden ‘süreç olarak faşizm’e karşı engelleyici bir direnç sergileyemiyor?” başlıklı yazılarında irdelemeye çalışan Ergin Yıldızoğlu sözünü ettiğimiz aydınlardan bir diğeridir...

Yıldızoğlu, solun faşizmin gelişmesini neden önleyemediği konulu son yazısına “sol medya” ve “e-mail” aracılığıyla gelen cevaplarda ortaya çıkan olumsuz durumun genellikle “solun bölünmüşlüğüne, kimlik siyasetinin parçalayan ve işçi sınıfının enerjisini canlandırmayı zorlaştıran etkisine” bağlandığını söyledi...

Bu konuya devam edeceğiz...