Önceki yazılarımızda ABD'nin kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası uyarınca egemenliğini başka güçlerle paylaşmak zorunda kaldığını...

Bunu önlemek için başlattığı 'ticaret savaşı'nın dünyanın güçlü devletlerini üç ana grup halinde böldüğünü...

Bunlardan ABD'nin küresel ekonomik kurumları elinde bulundururken Çin ve Rusya önderliğindeki Şanghay İşbirliği Örgütü'nün (ŞİÖ) karşıt bir grup oluşturduğunu...

Bu gelişmelerin AB'nin bütünlüğünü de bozduğunu ve AB içinde Almanya önderliğinde yeni bir gücün oluşmaya başladığını yazmıştık.

***

Hiç kuşkusuz bu güçlerin içinde şu an itibariyle en güçlü olanı yine de ABD'dir...

Bu güç büyük ölçüde denetlediği kurumlardan ve parasının dünya parası olmasından ileri gelmektedir...

Öyle ki, en büyük rakibi Çin bile ABD'nin en büyük alacaklısı olduğu ve neredeyse tüm tasarruflarını dolar cinsinden ABD tahvillerine yatırdığı için onunla ilişkilerini korumak zorundadır.

***

Benzer zorluklar Rusya için de geçerlidir...

Hatta Rusya 'serbest piyasaya' açılmada daha ileri gittiği ve ekonomi üzerindeki devlet denetimini bir dönem kaldırdığı için Çin'den daha dezavantajlı durumdadır; o nedenle ABD'nin uyguladığı yaptırımlardan önemli ölçüde etkilenmekte, parasının dolar karşısındaki değerini korumada zorlanmaktadır...

Ancak enerji alanındaki zenginliği karşılaştığı güçlükleri aşmada ona önemli bir avantaj sağlamaktadır.

***

Almanya ve etrafındaki güçler ise bu süreçte son derece güç bir durumdadır...

Yıllardır siyasal/askeri ve ekonomik alanlarda ABD'nin 'şemsiyesi' altında bulunan AB'nin Almanya'nın birleşmesi ve güçlenmesinin ardından 'özerkleşme' çabaları ilk ağızda ABD'nin yakın 'müttefiki' İngiltere'nin AB'den ayrılması sonucunu doğurmuştur...

AB'nin gelişmesinin son aşamasında birliğe katılan Doğu Avrupa ülkeleri de birlikten umdukları desteği bulamamanın yarattığı hayal kırıklığı içinde 'ulusal' politikalara dönüş uğraşına girişmiş bulunmaktadır.

***

Almanya'nın Fransa ve İtalya gibi AB'nin 'as devletleri' ile ilişkileri de istikrarlı olmaktan uzaktır...

Fransa ve İtalya, ekonomik olarak giderek zayıflamakta ve bunun nedenini kimi zaman ABD egemenliğinde kimi zaman ise Almanya'nın 'hegemonyacı' tutumlarında aramaktadır...

AB'nin Ortadoğu'da İran odaklı yapmaya çalıştığı 'açılım' da ABD'nin İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve ilişkilerini sürdüren ilişkileri yaptırımla tehdit etmesi sonucu bir çıkmaza girmiştir.

***

Almanya ve Fransa, ABD'nin çekilme kararından sonra İran ile birlikte anlaşmayı yaşatmak için çaba harcasalar da kendilerine bağlı büyük şirketler ABD'nin yaptırım tehdidi karşısında geri adım atmışlar ve yaptıkları anlaşmaları yırtmak ya da dondurmak zorunda kalmışlardır...

Bu durum İran'ın tepkisine neden olmuş ve İran, bu tutumlarını sürdürdükleri takdirde anlaşmaya kendisinin de uymayacağını açıklamıştır...

Son olarak, İran'ın anlaşmanın bittiğini ve nükleer alandaki çalışmaların devam edeceğini açıklaması bu devletlerin henüz kendi başlarına bir alternatif oluşturmaktan uzak olduklarını açık bir biçimde göstermiştir.

***

Bu açıdan bakıldığında G-7 toplantısında Almanya, Fransa ve İtalya'nın da aralarında bulunduğu altı devletin ABD'nin çelik ve alimünyum ithalatına koyduğu vergiler karşısında gösterdikleri ortak tepki fazla bir önem taşımıyor...

Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı son İngiltere gezisi dolayısıyla ülkemizde de sıkça konuşulan Chattam House'un başkanı ekonomist Jim O'Neill geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir makalesinde G7'nin yeni dünya düzeninde bir hiçten ibaret olduğunu, Çin ve Hindistan'ın ekonomik göstergelerde G7 ülkelerini geride bıraktığını söyledi...

O'Neill'e göre Fransa, Almanya ve İtalya aynı para birimine ve ekonomi politikalarına sahip olmalarına karşın tek bir temsilciye sahip olmadıkları için etkili olamıyorlar... Neill, 'Kanada ve Birleşik Krallık hala dünyanın en önemli ekonomileri arasına dahil edilmeli mi, bundan emin değilim.' diyor.

***

Bir sonraki yazımızda 'ticaret savaşı'nın Türkiye ile ABD arasında nasıl giderek artan sorunlar yarattığı üzerinde duracağız.