Önceki yazımızda “Bir siyasi partinin gelişimi ya da gerilemesi ekonomik, siyasi ve ideolojik düzlemlerde ifadesini bulur. Kimi zaman bir parti olumlu bir ortam yakalayarak bu üç düzlemde birden gelişme içine girebilir ve hızla güçlenir; kimi zaman ise ekonomik alandaki başarı siyasi ya da ideolojik alanlardaki olumsuz ortam ve başarısızlıklar tarafından gölgelenir” demiş...

Ve AKP’yi doğuran “İslamcı siyaset” geleneğinin cumhuriyet tarihi boyunca geçirdiği serüveni kısaca özetledikten sonra şu saptamayı yapmıştık:

“AKP, kurulduğu dönemde üç düzlemde birden güçlenmesini sağlayacak bir ortam yakalamıştı; yirmi küsur yıl sonra tökezlemesi de üç düzlemde birden “tıkanmasıyla” oldu.”

***

Burada bir hususu vurgulamak gerekir...

Daha önce AKP’nin içinden geldiği “Milli Görüş” geleneği tarafından kurulan Milli Nizam Partisi de tıpkı Refah Partisi gibi “laikliğe karşı eylemlerin odak noktası” haline geldiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmaktan kurtulamamıştı...

Bu nedenle olsa gerek AKP’nin kuruluşuna önderlik yapan Tayyip Erdoğan partinin kuruluş aşamasında AKP olarak “Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını” belirtmiş ve bu tür bir gelişmenin önüne geçmek istemişti.

***

Ancak bu açıklama daha sonra AKP hakkında da kapatma davası açılmasına engel olamadı...

17 Mart 2008 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından ''laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiği” gerekçesiyle AKP hakkında Anayasa Mahkemesinde dava açıldı. Dava 30 Temmuz 2008 tarihinde karara bağlandı. Karar verilirken Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinden 10'u, AKP’nin 'laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiği'' noktasında uzlaşmıştı. Ancak bu üyelerden yalnızca 6'sı partinin söz konusu eylemleri nedeniyle ''temelli kapatılması'' yönünde görüş bildirdi. Böylece Anayasa'da kapatma için aranan nitelikli çoğunluk olan 7 üyenin oyuna ulaşılamadı ve AKP bir oy farkla kapatılmaktan kurtulmuş oldu...

Bu olay, AKP’nin yükseliş aşamasındaki “kader belirleyici” anlardan biriydi.

***

Ekonomi konusu da AKP’yi “Milli Görüş” akımının önceki partilerinden ayıran önemli bir husustu. Milli Görüş adına daha önce kurulmuş olan MNP, MSP ve RP gibi partiler ekonomi konusunda genellikle “milli ekonomi” vurgusu yapmışlar ve “Batılı liberal sisteme” karşı eleştirel bir tutum takınmışlardı. Milli Görüş geleneğinden gelen ancak Dünya Bankası’nda çalıştıktan sonra “neo-liberalizmin şampiyonu”na dönüşen Turgut Özal ise Batılı ülkelerle çelişkiye düşmemek için bunun aksine bir yol izledi. Onun kurduğu ANAP kendisini “İslamcılık, milliyetçilik, liberalizm ve sosyal demokrasiden oluşan dört eğilimi birleştiren bir parti” olarak tanımladı...

AKP de, “milli görüş gömleğini çıkardığını” açıklayarak Özal’ın yolundan gitti, bu sayede tıpkı ANAP gibi merkez sağın önemli bir çoğunluğunu çatısı altında toplamayı başardı. Daha sonra bir ara “Nass” yoluna saptıysa da bundan çabuk vazgeçti.

***

AKP’nin kuruluş aşamasında yaşanan ekonomik gelişmeler ve rakip partilerin savunduğu programların toplumda uyandırdığı tepkiler de yeni kurulan partinin girdiği ilk seçimde iktidara gelmesine önemli katkı sağladı...

Bu “katkı”ların başında 2002 seçimleri öncesinde CHP başkanlığında kurulan CHP-ANAPMHP koalisyonu hükümetinin “parlamento dışı ekonomi bakanı” olan Dünya Bankası yetkilisi Kemal Derviş’in 2001 yılında uygulamaya koyduğu “neo-liberal” program yer almaktaydı. Bu programın amacı tarımsal desteklerin kaldırılmasıyla sağlanacak fonlar aracılığıyla kendi sahipleri tarafından batma noktasına getirilmiş olan özel bankaların kurtarılması ve bankacılık sisteminin o dönemde hızlanan sıcak para hareketlerinden yararlanabilecek bir yapıya kavuşturulmasıydı...

2001 krizinin yükünü çalışan kitlelerin sırtına yükleyen bu programın uygulanması toplumun alt kesimlerinde büyük tepki yarattı. Bu tepki sonucunda hükümeti oluşturan üç parti de 2002 seçimlerinde baraj altında kaldı. Bu arada bir başka katkı da CHP ve lideri Deniz Baykal’dan geldi; izlediği politikalarla “üçlü koalisyon”un parçalanmasına ve batmasına neden olan Kemal Derviş, yeni parti kurma girişiminin fiyaskoyla sona ermesinin ardından Baykal tarafından CHP’ye transfer edilerek Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi Danışmanı yapıldı; AKP de seçim kampanyasında bu hatayı bol bol kullandı.

***

2002 seçimlerine “vahşi kapitalizm”in popüler bir temsilcisi olarak giren ve yürüttüğü seçim kampanyasında AKP’yi hedef seçen Cem Uzan da AKP iktidarının oluşmasına katkıda bulunanlar arasındaydı. Uzan’ın kurduğu Yeni Parti, seçim kampanyasında AKP’den çok diğer partileri hırpaladı; aldığı yüzde 7 oranındaki oya karşın barajın altında kalırken istemeden de olsa Erdoğan’a başbakanlığa giden yolu açtı...

Bir diğer neo-liberal parti olan Tansu Çiller Başkanlığındaki DYP ise Susurluk skandalındaki payı, yolsuzluk iddiaları ve özelleştirme skandalları nedeniyle barajı geçecek oy oranına ulaşamadı...

Bu koşullarda CHP dışındaki tüm partilerin baraja takılmalarından yararlanan AKP, seçim öncesinde köylerde yaptığı IMF karşıtı propaganda ve tarımsal ürünlere uygulanan prim desteğini geri getirme vaatleriyle köylü oylarını toplayarak yüzde 34,2 gibi düşük bir oy oranıyla tek başına iktidara gelmeyi başardı...

Barajı geçen diğer parti olan CHP’nin oy oranı ise Derviş transferinin ters tepmesi nedeniyle yüzde 19’a kadar indi. Böylece “siyaset meydanı” yıllarca tam anlamıyla Tayyip Erdoğan’a ve AKP’ye kaldı!

(Devam edecek)