“Bursa İli Emeklilere Hizmet Derneği”nde bir cumartesi öğleden sonrası… Emekli öğretmenlerle bir aradayız. Sohbet koyu. Zekeriya Bulut öğretmenimiz bir kitabını imzalıyor: ‘‘Yaşamak Sorumluluktur’’ kitabın adı. Şöyle imzalamış kitabını bana: "Aydınlığın ve aydınlanmanın güçlü savunucusu." Bu nitelemesiyle, beni kıvandırıyor. Ankara'ya dönünce kitap için yazdığım değerlendirmeyi hemen dergi ve gazeteye gönderdim.
***
Posof (Kars) doğumlu Zekeriya Bulut… Cılavuz Köy Enstitüsü 1952 mezunu. Okulun tanımını şöyle yapmış: "Ana kucağı kadar sıcak, baba ocağı kadar güvenli ve donanımlı okul".Öğrencilerin kendi emekleriyle yapılan binalarda, tanrı mesleği diye tanımlanan öğretmenliği dünyaya bir daha gelsem yine seçerdim dediğini, emekliliğini okuyup yazarak, gazete ve dergilerde yazılar yayınlayarak bol bol seyahat ederek geçirdiğini anlatıyor.
***
Yaşamak Sorumluluktur yapıtının 'önsöz'ünü de özetlemem gerekiyor. “Onu size bir demet çiçek gibi sunmayı amaçladım. Tek arzum ve beklentim yapıtımın okunmasıdır. Yaşamım boyunca gördüklerimin, gözlemlerimin, Atatürkçü çizgide uzun ve dirençli savaşımın izlerini bulacaksınız.’’
Madalyonun bir yüzünde tarihin derinliklerinde kendimiz, diğer yüzünde bizi parçalamayı asla akıldan çıkarmayan ‘‘düvel-i muazzama’nın’’ bugünkü temsilcilerini iyi tanıyalım. Öteki yüzünde ise, özelleştirme adı altında Cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarının bir bir yok edildiği, tarım ve hayvancılığın tüketildiği, üreten toplumdan tüketen topluma dönüştürüldüğümüzü, etnik ayrışmalara prim verildiği, enflasyon ve terör belasıyla boğuştuğumuzu, ulusal ve laik eğitimden hızla uzaklaştığımızı, dünya ülkeleri ölçeğinde en iyi işlerde son sıralara, en kötü işlerde ilk sıralarda yer aldığımızı görüyoruz.
Uluslaşmak-birey olmak yerine ümmetliği geri getirmek isteyenleri ıskalamayalım."Bu saptamalara katılmamak mümkün değil. Bulut'un çizdiği tablo ne yazık ki, bir yıl içinde öylesine değişti, dönüştü ve gelişti ki; kaygılanmamak elde değil.
Yaşadığımız utançlara boyun eğmek durumunda kalışımız derinden yaralıyor biz aydınları. Dayatmacı ve diktatoryal bir sistemle toplumu sindiren yönetimleri kabullendikçe uygar bir toplum olamayacağımızı kavramalıyız. Öğretmen sınıfında özgür değil, doktor işinde güvensiz, yargıç sürülme korkusu taşıyorsa bir takım müktesebatlara uygun yeni organizasyonlar yapılıp,kadrolar oluşturuluyor,ve tek kişinin keyfiyeti doğrultusunda hareket ediliyorsa; yadsıyamayız bu görüntüyü.
***
Eğitimdeki yozlaşma ve yabancılaşma yoğunluk kazanmıştır. Ulusal Eğitim, dinsel bir eksene oturtulmak üzeredir. Atatürkçülük, Kemalizm, Bilim, Yargı siyasetçilerin tekelinde inkârlara varan boyutlara ulaşmıştır. Dil Kurumu, Tarih Kurumu, TÜBİTAK, HALKEVLERİ, bir Mustafa Necati, bir Hasan Âli Yücel, bir İsmail Hakkı Tonguç'umuz yoktur. Soruna parmak basmak, yaraya tuz basmak; günümüzde yaraları yeniden kaşıyıp kanatmak, tarihi tahrif etmek ileri demokrasi sayılıyor. Osmanlıcılığı baş tacı yapan, ama Osmanlı'nın kötülenmesine aldırmayan; siyaseti kendinden menkul bir politika anlayışı gelişti.
Dilimiz ses bayrağımızdı; şimdi kuşatma altında denilerek, Dil Kurumu’nu devlet dairesine dönüştüren ve dilde özleşmeyi yeni kuşakların eskiyi anlayıp kavrayamadığını bahane ederek Cumhuriyet öncesine dönmeyi marifet sayanlara ne demeli?
Aydın olmanın da, vatanseverliğin de, Cumhuriyetin de nasıl bir tehlike altında olduğunu görmek istiyorsak; Zekeriya Bulut öğretmenin bu kitabını okuyalım. Köy çocuklarının yazgısını değiştirmek için yola çıkan okulda öğrencilerini okul dışında köy insanını eğiterek büyük katkı sağlayan Zekeriya Bulut’u kitabı için kutluyor, saygılarımı sunuyorum. Şair diyor ki: "Atatürk derim iptida/Önümü iliklerim". Cumhuriyetin aydın yüzlerine her zamankinden çok daha fazla gereksinimimiz var. Çağdaşlığa giden yol buradan geçiyor.