Anayasa, kanun, ayıp, günah, yazık demeden daldılar Akbelen ormanına… Kurda kuşa yuva, insana can şenliği olan, oksijen veren, gölgesine sığınılan o ağaçlar, gözü dönmüşler tarafından birer birer kesildi. Kesilen sadece bir ağaç mıydı? Değil. Kolumuz, kanadımız, hayat kaynağımız yok edildi.
Ve bu ülkede “Düzlüğüne yokuşuna/ Irmağının akışına ölürüm Türkiye’m” diyenler, ölmek şöyle dursun gıklarını bile çıkarmadılar. Jandarma dipçiğini yemek, biber gazıyla boğulacak noktaya gelmek, memleketin vicdanı olmaya devam eden ve ne yazık ki kelaynak kuşları gibi nesli tükenmekte olan solculara düştü.
Zaten bizim milliyetçilerin, milliyetçilikten anladıkları, nefret, korku, baskı siyasetidir. Bütün enerjisini Alevilere, Kürtlere, solculara düşmanlık üzerinden devşirir; fikirleri hep iktidardadır ve gücü, ona taparcasına severler. Bu milliyetçilik anlayışı, samimiyetsizdir de… Çok yüksek düzeyde hamaset ve demogoji barındırır. “Irmağının akışına ölürüm Türkiye’m” gibi popüler bir şarkının yorumcusu Mustafa Yıldızdoğan’ın oğluna bedelli askerlik yaptırması gibidir.
İslamcıları anlatmaya hiç gerek yoktur; çünkü şu 20-21 yılda öyle şeyler yaşadık ki, kimseden ders almaya ihtiyaç duymuyoruz. Öyle ki, en ağır suçlardan biri ormanların yok edilmesiydi; dolayısıyla devlet ormanları yaş kesenlere karşı korurdu. Ama İslamcıların iktidarında durum tersine döndü; şimdi yurttaş devlete karşı ormanlarını korumanın çabasında.
Cennetten bir köşe Türkiye’nin güney batı ucunda ayrıca daha başka bölgelerde kurdun, kuşun ez cümle tüm varlığın yaşam kaynağı çevre, sınır tanımaz kar hırsına kapılmış hoyratlığın, vandallığın kurbanı olurken memleket güpegündüz kurt kanunlarının yürürlükte olduğu bir ülkeye döndü. Esenyurt’ta tekel bayisini basan bir grup eşkıya, kameralar kayıtta iken iki kişiyi katletti.
İran mafyasından Rus mafyasına kadar her tür mafyanın cirit attığı, uyuşturucu baronlarının elini kolunu sallayarak zevk-i sefa içinde dolaştığı Türkiye’de cezasızlık olağanlaşmışken tam bir şiddet patlaması yaşanıyor. Sosyal medyaya düşen şiddet görüntülerinin haddi hesabı yok. Son bir hafta içinde 3-4 tanesini bizzat izledim. Birinde eli silahlı eşkıya sürüsü, güpegündüz sokak ortasında sağa sola ateş ediyordu. Bir diğerinde uğradığı şiddet nedeniyle sokakta bayıldığı anlaşılan bir kadın, zorbanın teki tarafından arabaya zorla bindiriliyordu. Bir başkasında araç satışında anlaşmazlık yaşayan iki grubun sokak ortasındaki çatışmaları izleniyordu. Daha pek çok görüntüde ellerinde ağır silahlar taşıyan çetelerin birbirleriyle çatıştıkları gözlemlenebiliyor. Suça karışanlarda ne görünme endişesi, ne yakalanma korkusu var; tam tersine göstere göstere yapıyorlar ki korku hakimiyetlerini kurabilsinler; herkes sinsin, bir köşeye çekilsin ve meydan çetelere kalsın.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, kalan cezasının affedilmesi için çaba harcadığı, cezaevinde ziyaret ettiği, o çıkınca da makam odasında ağırlayıp poz verdiği Alaattin Çakıcı fotoğraflarının dolaşıma sokulduğu bir ülkede can ve mal güvenliğimizden nasıl emin olabiliriz.
Siverek’te hastane basıp adam öldürenler yargı karşısına çıkarılmazken, Şenyaşar ailesinin adalet çığlığı duyulmadı bile.
Çünkü, suç ve suçluları cezalandıran bir düzen yok; yargı kararlarında bir caydırıcılık kalmadı. Dolayısıyla orman kanunları geçerli, kim güçlü ise ezip geçiyor. Mekan basıp iki genci katledenler de biliyorlar ki, üç beş yıl yatıp çıkacaklar.
Şiddetin bu denli normalleşmesinin hayra alamet olmadığını bilmiyor olamayız.
Ölüyoruz;
Ağacımızla, insanımızla…
Öldürüyorlar bizi.
Katliam var.