Son yazımızda Dersim Harekatı sırasında Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olan ve Seyit Rıza’nın idamına nezaret etmek için Ankara’dan özel olarak gönderilen AP iktidarının Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in o dönemin siyasal ortamı ile ilgili olarak yaptığı şu saptamayı aktarmıştık:
“İki büyük siyaset Cumhuriyet’te zaman zaman hâkim olmuş ve çarpışmıştır. Birincisi, bunlara şiddet yoluyla, baskı yoluyla hâkim olmak; ikincisi, kültür yoluyla hâkim olmak. (...) Fakat Türk siyasetine Fevzi Çakmak’ın mutaassıp görüşü hâkimdi. Fevzi Çakmak Doğu’ya yol yapmanın, Doğu’da mektep açmanın, Kürtleri elit hale getirmenin, oraya medeniyet sokmanın aleyhindeydi. ‘Bunlar uyanırlarsa istiklal fikrine kapılırlar ve vatanımız bölünür’ diyordu.”
Daha sonra yazımızı şöyle noktalamıştık:
Atatürk’ün bölgeye yaklaşımı ise cumhuriyet yönetiminin otoritesini bölgede tesis etmek, eğitim ve yatırımlar yoluyla bölge halkını kazanmak görüşüne yakındı.”
***
Aslında bu anlayış farklılığı cumhuriyet döneminde oluşmuş bir farklılık değildi...
Daha İttihat ve Terakki döneminde bile Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa arasında hem iç politikada hem de dış politikada izlenecek yol ve yöntemler konusunda görüş ayrılıkları vardı...
Bu görüş ayrılıkları Milli Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde İttihatçı kadrolar ile Mustafa Kemal Atatürk arasındaki görüş ayrılıkları olarak devam etmiş ve sonunda İttihatçı kadroların tasfiye edilmesiyle sona ermiştir...
Mareşal Fevzi Çakmak, her ne kadar bu son ihtilaf sırasında İsmet İnönü ile birlikte Atatürk’ün yanında yer almışsa da düşünce yapısı itibariyle İttihatçıların baskıcı yöntemlerine daha yakın durmuş, sonunda bu nedenle İkinci Dünya Savaşının son döneminde İnönü tarafından tasfiye edilmiştir.
***
Ancak bir hususu da belirtmek gerekir:
O dönemde “liberal” görüşün temsilcilerinden olan Celal Bayar, Atatürk’ün hastalığının ağırlaştığı dönemde Mareşal Çakmak’ın desteğini kazanabilmek için “kraldan fazla kralcı” bir tutum takınmış ve Dersim Harekatının ikinci aşamasında kapanması çok zor olan derin yaralar açılmasına neden olmuştur...
Öyle ki bir noktada Mareşal Çakmak bizzat Dersim’deki olaylara müdahale etmek zorunda kalmış ve harekatı durdurmuştur.
***
Bütün bu gerçekler ortadayken günümüzde nasıl oluyor da Mustafa Kemal Atatürk özellikle ABD ve Avrupa’da “soykırım” suçlamalarına maruz kalabiliyor?..
O ABD ve Avrupa ki, dünyayı sömürgeleştirmek için tarihin gördüğü en büyük katliamların, soykırımların sorumluğunu taşımış...
Ve yakın tarihte Vietnam Savaşından Arap Baharındaki kanlı işgallere kadar milyonlarca insanın katledilmesinde en büyük rolü oynamışlardır.
***
Atatürk ise ne 1915 tehcir olayında ne de Milli Kurtuluş Savaşında hiçbir zaman bu tür bir suçlamayla karşılaşmamıştır...
Bundan da öte Milli Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye’yi işgal etme girişiminde bulunmuş Yunan Başbakanı Venizelos’u bile ikna ederek her iki ülkede gelecekte benzer çatışmalar yaşanmasın diye dünyanın en büyük karşılıklı göç anlaşmasını hiç kimsenin burnu kanamadan gerçekleştirmiştir...
Ve bu olaydaki barışçı tutumu nedeniyle bizzat Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülüne aday gösterilmiştir.
***
Meselenin özü şudur:
Emperyalist/sömürgeci ülkeler Mustafa Kemal Paşa’yı ve onun yürüttüğü büyük mücadeleyi sonunda kabullenmek zorunda kalmalarına karşın, onun tüm ezilen sömürge ve yarı-sömürgelerdeki kurtuluş mücadelelerine esin veren mirasını yok etmek için ellerinden geleni yapmışlardır...
Bu mücadelelerinde yalnız gerici/faşist akımları değil neoliberal akımları ve o akımlara kapılmış etnik milliyetçi unsurları da kullanmışlardır.
(Bitti)