Neoliberalizm Çağında Etnik Milliyetçilik... (IV)

Son yazımızda emperyalizm ve neo-liberalizm çağında emperyalizme hizmet eden etnik ayaklanmaların hangi söylemi kullanırsa kullansınlar ilerici/demokrat olarak görülemeyeceğini, bu hareketlerin ulusların kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini söylemiş...

 “Bu gerçek günümüzde de geçerlidir” dedikten sonra “Büyük Ortadoğu Projesi” ve “Arap Baharı” operasyonları sırasında ABD’nin kışkırtmasıyla Irak ve Suriye’de ayaklanan ve söylemlerinde kimi zaman etnik kimi zaman dinsel temaları kullanan hareketlerden örnekler vermiştik.

***

Emperyalist ülkeler geçmişte, ilerici ve anti-emperyalist yönelimler taşıyan ülkeleri işgal ve parçalamak amacıyla genel olarak ırkçı/faşistleri ve şeriatçılar gibi gerici ideolojileri savunan örgütleri kullanmışlardı...

Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında gerçekleşen Şeyh Sait isyanı bu tür bir isyandı...

En son 1970’li yılların sonlarında Afganistan’da Sovyetler Birliği yanlısı reformcu Taraki yönetimi ABD ve Suudi Arabistan tarafından oluşturulan şeriatçı El Kaide ve Taliban gibi örgütler tarafından  yıkılmıştı.

***

Ancak “Neoliberalizm çağı” olarak adlandırdığımız 1980’li yılların başından günümüze kadar uzanan zaman diliminde uygulanan yöntemler çeşitlendi ve farklılaştı...

Örneğin, ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher gibi “neoliberal muhafazakar” liderler, ekonomik alanda kamuculuğu hedef alan dönüşümleri gerçekleştirirken, siyaset alanında “demokrasinin bayraktarları” olarak sahneye çıktılar ve kendilerine kafa tutan rejimleri yıkmak amacıyla kullandıkları siyasal örgütleri ”özgürlük hareketleri” ya da “ulusal kaderlerini tayin mücadelesi veren ezilen halkların temsilcileri” olarak göstermeyi başardılar...

Aynı dönemde Polonya’da “demokrasi” şiarıyla işçiler tarafından (aslında CIA ile işbirliği yapan Vatikan’daki Papa tarafından) kurulan “Dayanışma Hareketi” ile Doğu Blokunda ilk gedik açıldı.  Ardından Sovyetler Birliği kendi yöneticileri tarafından “Glasnost” adı altında yürütülen “demokratik reformlar” sonrasında parçalandı.

***

O dönemde emperyalist ülkelerin hedef aldıkları ülkelerde giriştikleri yıkıcı faaliyetleri “demokrasi hareketleri” gibi gösterebilmelerini sağlayan şey “sosyalist” ülkelerdeki yönetimlerin yozlaşması, Baasçı rejimlerin ise sık sık baskıcı yöntemlere başvurmasıydı...

Bu ortam sayesinde Irak’taki Baas rejimine karşı ABD/İsrail desteğiyle yıllarca yıkıcı faaliyet yürüten gerici Molla Mustafa Barzani hareketi, Irak’ın işgali sırasında Kürtlerin ulusal haklarını savunan “demokratik bir hareket”e dönüşüverdi...

Kendi ülkesinin petrolüne sahip çıkan ve halkına dünyadaki en zengin ülkelerin bile kendi halklarına sağlamadığı refahı sağlayan Kaddafi “kanlı diktatör” oldu; onu linç eden satılık aşiret adamları ise “demokrasi mücadelesi veren kahramanlar” olarak selamlandı!

***

Bu “yalan rüzgarı”, yalnızca o dönemde iktidarda olan yönetimleri yıkmak için kullanılmakla kalmadı; Türkiye Cumhuriyeti gibi geçmişte emperyalizme karşı mücadele etmiş ülkeleri suçlamak ve karalamak için de kullanıldı...

Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun yönetim dönemine karşı ABD ve AB kaynaklı bir iftira kampanyası başlatıldı; bu ülkelerin fonları ve propaganda aygıtlarıyla desteklenen ülkemizdeki etnik ve ayrılıkçı akımlar, geçmişte “soykırıma uğrayan mazlumlar” gibi gösterilerek yeniden canlandırıldı...

Dahası, ilerici sosyalist akımların büyük darbeler yediği bu dönemde yönünü şaşırmış bir takım “solcu” gruplar, devrimcilik adına bu tür faaliyetlere destek verdi, hatta bu faaliyetler içinde yer aldı.

(Devam edecek)