Ne olacak bu tarımın hali?.. (I)

Tarım sektörü gıda sektörünün temelini oluşturuyor...

Gıda sektörü ise insanlığın geleceğini belirleyecek sektörlerin başında geliyor...

Onun içindir ki en büyük küresel krizlerden biri olan 1973 petrol krizi sırasında ABD Dışişleri Bakanı ve ABD Başkanı'nın akıl hocası olan Henry Kissinger, 'Petrolü denetlersen ulusları, gıdayı denetlersen insanları denetlersin. Gıda silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir.' demişti.

***

Aradan geçen yarım asır, bu saptamanın ne kadar doğru olduğunu kanıtladı...

Günümüzde dünyada üretilen gıda miktarı o zamanla kıyaslanmayacak ölçüde arttı, ama dünya adım adım tarihin en büyük krizlerinden biri olmaya aday bir 'gıda krizi'ne doğru gidiyor ve gıda fiyatları neredeyse tüm diğer ürünlerin fiyatlarından daha yüksek bir tempoyla artıyor...

Böyle bir dünyada eğer güçlü bir tarım sektörüne sahip değilseniz ve en azından kendinize yeterli miktarda gıdayı üretemiyorsanız, merkez bankanızda bol bol rezerviniz olsa bile (!)geleceğiniz karanlık demektir!

***

Onun içindir ki, ABD, AB, Rusya ve Çin gibi dünyanın en zengin ülkeleri bile 'Nasıl olsa paramız var, dışarıdan alırız' demek yerine tarım sektörlerine diğer bütün sektörlerden fazla kaynak ayırıyor...

Çünkü mesele artık yalnızca ülkenin beslenmesini sağlamak olmaktan çıkmış durumda...

Gıda maddeleri gelecekte altından daha değerli olacak.

***

Oysa Kissinger'ın yukarıda aktardığımız sözleri ettiği zamanlarda çoğu insan bu sözleri 'abartma sanatının bir örneği' niyetine dinlemişti...

Çünkü o zamanlar gıda ürünleri, dolayısıyla tarım ürünleri, genellikle düşük katma değerli ürünler olduğu için tarıma verilen destekler esas olarak dezavantajlı bir sosyal kesimi desteklemeye yönelik harcamalar olarak görülmekteydi...

Ancak Kissinger'ın da aralarında yer aldığı dünyanın en zengin tröstlerinin sahiplerinden oluşan bir kesim, dünyanın gidişatına bakmış ve gıda sektörünün dünyanın geleceğini belirleyeceğine karar vermişti.

***

O sıralar bizim ülkemizde de söz ve karar sahipleri, dünyanın büyük bir çoğunluğu gibi tarımı geçmişten devraldığımız bir yük gibi görmekteydi...

Türkiye'nin gördüğü en 'köylüsever' siyasetçilerden biri olan Süleyman Demirel'in bakış açısı bile köylülerden aldığı oyların karşılığını onlara 'siyasal rakiplerinin verdiklerinden bir kaç kuruş daha fazla vermekle' sınırlıydı...

Bırakın 1970'li yılları, 1990'lı yılların başlarında bile merhum Demirel, Adapazarı'nda kurulacak bir otomobil fabrikasının temel atma töreninde 'Patates yerine otomobil üreteceğiz' diye övünmüştü; ama sonunda o yıllarda yüz bin tonun üzerinde patates üretilen Adapazarında üretim 5 bin tondan aşağıya düşmüş, 'Meşhur Adapazarı Patatesi' de tarihe karışıp gitmişti.

***

Şimdilerde, geçimlerini çiftçilikle sağlayan vatandaşlarımız 1990'lı yılları bile mumla arıyorlar...

Çünkü o yıllarda 'Avrupa Birliği humması' adını verebileceğimiz bir hastalığa tutulduk...

Dolayısıyla 'Avrupalı hekimlerin' eşiklerini aşındırıp, onların tedavi niyetine bize verdikleri tüm öğütlere uyduk!

***

O öğütlerin başında AB'ye katılmamızın önündeki en büyük engeli aşırı geniş tarım kesiminin oluşturduğu yalanı geliyordu...

Sözde AB, bizi içine almak istiyordu ama nüfusunun yaklaşık üçte biri tarımla uğraşan 'geri' bir ülkenin yükünü kaldıramayacağı için bunu yapamıyordu...

O nedenle, sıkı bir 'perhiz' yaparak 'fazla kilolarımızdan', yani köylü nüfusumuzdan kurtulmamız, yüzde 30'a yakın olan köylü nüfus oranını on yıl içinde yüzde beşe kadar düşürmemiz gerekiyordu... Eğer bunu yaparsak, o zaman sınavı geçecek, doktorumuzun gözüne girecek, ve biz de 'medeni ülkeler' arasına karışabilecektik!

***

O yıllar Doğu Bloku'nun dağıldığı, Sovyetler Birliği'nin kendi yöneticileri tarafından tasfiye edildiği, tüm dünyada emekten yana sol düşüncelerin tu-kaka edildiği yıllardı...

Solcu geçinen neo-liberallerimizin büyük bir bölümü de o sıralar kendilerine yeni bir 'sınıf düşmanı' aramaktaydı...

Sonunda bunlar aradıkları düşmanı ABD'nin neo-liberal formüllerinde buldular: köylülük!

(Devam edecek)