Nasıl bir çevrecilik?.. (II)

Bir önceki yazımızda ABD'nin karbondioksit salınımını sınırlayan Paris Anlaşmasından Çin'in üye olmamasını bahane ederek çekilmesinden ve anlaşmanın fiilen uygulanamaz hale gelmesinden söz etmiştik...

Aslında çekilme gerekçesinin bu anlaşmanın ABD'nin sınai faaliyetlerine sınır getirmesi, dolayısıyla ABD ekonomisine zarar vermesi olduğunu bizzat Trump'ın ifade ettiğini de sözlerimize eklemiştik...

Bu tartışma, çevreyi koruma meselesinde uzlaşmanın göründüğünün aksine ne kadar güç olduğunu kanıtlayan örneklerden yalnızca biri.

***

ABD, yılda 10,64 milyar ton gaz ile en yüksek hacimde karbondioksit üreten ülke olan Çin'in anlaşmaya katılmamasını bahane ederek anlaşmadan çekiliyor...

Çin ise toplam salınımdan çok kişi başına salınımın esas alınması gerektiğini savunuyor.

Soruna bu açıdan bakıldığında, ABD kişi başına 16, 07 tonla kirletici ülkelerin başında geliyor. Bu rakam Çin'de 7,73 ton. Yani bir ABD yurttaşı, bir Çin yurttaşına veya bir Avrupalıya göre iki kattan fazla karbondioksit üretiyor.

***

Tartışmalar sürüp gidiyor, ancak durumun böyle devam edemeyeceği bilim insanlarının yaptıkları çeşitli araştırmalarla kanıtlanmış durumda...

Ne var ki, tehlikenin varlığını bilmek onu önlemeye yetmiyor...

Daha önceki Kyoto Anlaşmasında olduğu gibi yalnızca Paris Anlaşmasında da imza atmaktan imtina edenler değil, imza atanlar da yükümlülüklerini yerine getirmiyor ve bunun karşılığında herhangi bir yaptırımla karşılaşmıyor.

***

Sonuçta , bu tür anlaşmalar gerçekte bir fayda sağlamaktan çok bir tür 'halkla ilişkiler' gösterisi olarak kalıyor ve sonuçta, herkes soruna kendi açısından yaklaşırken harcanan çabalar bir sonuç vermiyor...

Peki, neden böyle oluyor? 'Küçük' meselelerde o kadar ısrarcı ve yaratıcı olan insanoğlu, 'büyük' meseleler karşısında neden bu kadar umursamaz ve çıkarcı davranabiliyor?

Cevap, belki de türümüzün şekillenmesi sırasında ortaya çıkan bazı olumsuzluklarda saklı!

***

Ünlü bir doğabilimci olan ve çevre konularında uyarıcı popüler kitaplar yazan Edward O. Wilson, konuyla ilgili denemelerini topladığı 'Doğanın Gizli Bahçesi' adlı kitabında bu konuda şunları yazıyor:

'Buradaki denemelerin ana teması, vahşi doğayla insan doğasının birbirleriyle sıkı ilişkiler içinde olduğudur. Bunlardan birini tam olarak anlayabilmenin tek yolunun, ikisini de evrim ürünleri olarak yakından ve birlikte incelemek olduğunu iddia ediyorum. O zaman doğa tarihi daha fazla anlam kazanıyor, ayrıca türleri yok ederek umursamazca azalttığımız canlı çeşitliliğinin değeri daha fazla artıyor. İnsan davranışı yalnızca on bin yıllık kayıtlı tarihin değil (...) insanlığı yaratan genetik ve kültürel değişiklik toplamının ürünü olarak ortaya çıkıyor.'

Yazar, kitapta yer alan bir denemesinde bu konuyu biraz daha açıyor:

'Çoğu bilim adamı, daha uysal bir hayvan yerine etobur bir primatın bu aşamaya gelmesinin özellikle canlılar dünyası için büyük talihsizlik olduğuna inanıyor. Türümüz, yıkıcı etkimizi fazlasıyla artıran kalıtsal özelliklerini koruyor. Kabile kökenliyiz ve saldırgan bir bölgeciliğimiz var, asgari ihtiyaçların ötesinde şahsi alan sahibi olmaya düşkünüz ve bencil cinsel güdüler ve üreme güdüleri tarafından yönlendiriliyoruz. Aile ve kabile seviyesi ötesinde işbirliği yapmakta zorlanıyoruz.'

***

Bu saptamalarda bir doğruluk payı olduğunu inkar etmek mümkün değil; ancak hem bireysel hem de toplumsal alanda etkili olmamızı sağlayan bir aklımız var...

Bu aklı harekete geçirdiğimiz zaman uzun genetik ve toplumsal tarihimizden gelen bir çok güdümüzü frenleyebiliyor ve dayanışma içinde hem kendimiz için hem de türümüz için doğru olan şeyleri yapabiliyoruz...

Nitekim, çevre bilinci geçtiğimiz on yıllarda daha önce görülmemiş bir biçimde gelişiyor. Dünya tarihinde ilk kez bu doğrultuda faaliyet gösteren toplumsal hatta siyasal örgütlenmeler ortaya çıkıyor ve güçleniyor.

***

Bunun en açık örneklerinden biri geçmişte sanayi faaliyetleri nedeniyle büyük bir çevresel zarara uğrayan Almanya'da gelişen çevreci hareket...

'Yeşiller Partisi' adı altında örgütlenen bu hareket, geçtiğimiz yıllarda siyasal alanda da etkin bir güç haline geldi ve son seçimlerden güçlenerek çıktı.

Ancak bu tür çabalar, yine aynı ülkeden kaynaklanan yoğun tepkilere yol açabiliyor.

(Devam edecek)