Muhalefetin sıkıntısı nereden geliyor?.. (II)

Son yazımızda iktidarın karşısındaki sorunların nasıl hızla büyümekte olduğunu aktarmış...

Seçimlerden yenilgi ile çıkan muhalefetin toparlanması ve yaklaşmakta olan yerel seçimlerde kazanacağı bir başarı ile kaybettiği moral üstünlüğü yeniden kazanması için koşulların son derece müsait olduğunu hatırlatmış...

Daha sonra AKP’nin 20 yılı aşkın bir süre boyunca iktidarını kesintisiz olarak sürdürebilmesinin kendi siyasi gücünden çok karşısındaki partilerin dağınıklığı ve hedefsizliğinden kaynaklandığını vurgulamıştık.

***

Buna karşılık, AKP, özellikle kurulduğu dönemde Ecevit’in başında bulunduğu koalisyon hükümetinin uyguladığı “Kemal Derviş reformları” olarak adlandırılan neoliberal IMF/Dünya Bankası projelerini eleştirerek tek başına iktidar olmayı başarmış...

İktidara geldikten sonra Derviş döneminde kaldırılan ürün desteklerini sınırlı bir biçimde de olsa geri getirerek kırsal alanda puan toplamış...

Ve Suriye savaşının “uçak düşürme” aşamasından sonraki döneminde uyguladığı “denge politikası” ile ABD’ye bağımlılığı sürdürmesine karşın “Rusya/Avrasya gerçeği”ni hesaba katan bir dış politika sergilemiştir.

***

Bu manevralar sonucunda AKP, hem dış politikada hem de ekonomik alanda hareket alanını genişletmiş, halk kitlelerinde “bağımsızlıkçı” ve “korumacı” bir politika uyguladığı izlenimini yaratmıştır...

CHP ise iktidar olamamasının nedenlerini yeterince ABD yanlısı ve neoliberal olmamasına, laikliği savunmasına bağlamış, beyhude yere AKP’nin ‘boşalttığı” alanları doldurarak oy oranını yükseltmeye uğraşmıştır. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bu politikayı en açık bir biçimde Meclis’te yaptığı bir grup toplantısında “Açık söylüyorum, biz değiştik. Biz hangi yanlışları terk ettiysek, artık Saray tam odur.” sözleriyle ifade etmiştir.

***

CHP’nin yaşadığı değişim sürecinde hiç kuşkusuz 1990’lı ve 2000’li yıllarda dünyada esen “küreselleşme” rüzgârı da olumsuz bir rol oynamıştır...

O dönemde neoliberal politikalar ABD’nin askeri ve siyasal operasyonlarıyla tüm Batı dünyasına egemen kılınırken Sovyetler Birliği ve Doğu bloku dağılmış, Çin’de neoliberal reformlar uygulamaya konulmuş, yalnız “sosyalizm” değil tüm “kamucu” ve “sosyal reformcu” uygulamalar gözden düşmüştü...

Bu değişim süreci, İkinci Dünya Savaşı sonrasında giderek gericilikle uzlaşan ve “sosyal demokratlaşan” (!) CHP’yi de etkisi altına almış, parti içinde “Kemalist” çizginin izlenmesini savunanların “temizlenmesiyle” (!) bugünkü parti yapısı ortaya çıkmıştır.

***

Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta şudur:

“Eski CHP”, kuruluş felsefesi açısından ne “sosyal demokrat” ne de “Batı yanlısı” bir partiydi...

CHP’nin kurucusu Atatürk’ün dünyaya bakışını belirleyen “tam bağımsızlık” ve “antiemperyalizm” çizgisiydi...

CHP’nin kurucu felsefesini oluşturan ilkeler “bağımsızlık, kamuculuk, ulusalcılık, devrimcilik ve laiklik”ti!

***

Hiç kuşkusuz, CHP en başından beri “monolitik” bir yapı olmamıştı...

Parti’nin içinde “Devrim Kanunları”nı içine sindiremeyen, tam bağımsızlık yerine “mandacı”lığı tercih eden, tarımda feodalizmin toprak reformu yoluyla dağıtılmasına karşı çıkan gerici unsurlar da vardı...

Ne var ki, Mustafa Kemal Atatürk, yaşadığı sürece bunların hepsine tavır almış ve  partinin ana doğrultusundan sapmasına izin vermemişti.

***

Kılıçdaroğlu’nun partisinin ise artık “Atatürk’ün partisi” ile hiçbir alakası kalmamıştır...

“Yeni CHP”, günümüzde ABD’den daha ABD’ci hale gelmiş olan “neoliberal” Batılı sosyal demokrat partilerin kötü bir taklididir...

Ve bu gerçeğin artık hem CHP’ye oy veren kitleler hem de “cumhuriyetçi/demokrat medya” tarafından görülmesinin vakti gelmiştir.

(Devam edecek)