Kadına karşı şiddet neden artıyor?.. (IV)

Kadına şiddetin kökenlerine göz attığımız yazılarımızda, şiddetin kökeninde korkunun yattığını, güçlü gibi görünen ve kadına çağlar boyu baş eğdiren erkeğin aslında kadının doğadan gelen gücü karşısında üstesinden gelemediği bir korku taşıdığını psikiyatriden ve mitolojiden verdiğimiz örneklerle anlatmaya çalışmıştık...
Ortaçağlarda bu korku, 'cadı avı' adıyla bilinen ve onbinlerce kadının yakılmasına yol açan bir baskı dalgasına yol açmıştır...
Baskıyı uygulamakla görevli Vatikan'ın Enkizisyon adı verilen işkence ve ölüm makinesi, bu baskıyı haklı gösterebilmek için kadını şeytanla özdeşleştirmiş ve insanoğlunun cennetten kovulma suçunu onun üzerine yüklemiştir.
***
Yine önceki yazılarımızdan birinde Türk Dil Kurumu sözlüğünde yer alan bazı özdeyişlerin 'ayrımcı' içerikleri nedeniyle temizlendiğini söylemiş ve bu 'özdeyiş'lerden birini aktarmıştık...
O 'özdeyiş'te 'Kadın erkeğin şeytanıdır' deniliyordu...
Bu ortaçağ anlayışı, sözlüklerden temizlense de ne yazık ki bazı 'erkek'lerin kafalarında hala yaşamaktadır!
***
Kadının en ataerkil toplumlarda bile kabul edilen üstün bir vasfı 'analık'tır...
Kadın karşısındaki en ayrımcı ideolojiler bile o noktada kadının doğadan gelen gücünü kabul etmek, bir anlamda ona teslim olmak zorunda kalmaktadır...
Ancak, görünüşte kutsanmasına karşın bu olay bile kadının günahları arasında sayılmaktadır.
***
Yaygın bir inanca göre, insan cennetten kadının şeytanla işbirliği yapması nedeniyle kovulmuştur...
Bu 'sürgün' yetmemiş, kadın bir de çocuk doğurmak ve doğum sırasında acı çekmekle cezalandırılmıştır... Bu nedenden ötürü ortaçağlarda kadının çocuk düşürmesi veya doğum sancısını gidermeye çalışması günah olarak kabul edilmiş, hamileliği sonlandıran ya da doğum acısını azaltmaya çalışan ebe ve 'şifacı' kadınlar, 'cadı'lıkla suçlanarak yakılmıştır...
Bu durum sanayi devriminin gerçekleştiği İngiltere'de bile ondokuzuncu yüzyıla kadar devam etmiş, ancak kraliçe Viktorya döneminde, yedinci doğumuna hazırlanan kraliçenin 'yeter artık' diyerek ağrı kesici istemesi ve bu yasağa son vermesiyle ortadan kalkmıştır.
***
Modern çağlarda kadının verdiği özgürlük mücadelesi sonucunda hukuk düzeyinde kadın erkek eşitliğinin dünyanın 'arkaik' bir kaç toplumu dışında tüm dünyada kabul edilmiştir... Ne var ki, kadının gücünden duyulan korku, günümüzde bile ortadan kalkmamış, kılık değiştirerek varlığını sürdürmüştür...
Kadın özgürlük için mücadele ederek yeni kazanımlar elde ettikçe, kısacası özgürleştikçe, üstü örtülen bu korku patlamalar şeklinde dışa vurmaktadır...
Günümüzde, toplumun her katmanında görülen kadın cinayetlerinin ve kadına uygulanan şiddetin artışında bu bastırılmış korku büyük bir rol oynamaktadır.
***
Peki, biz bu tablonun neresindeyiz?..
2018 yılında yayınlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporuna göre, Türkiye 144 ülke arasında;
- Kadınların iş gücüne katılımında 131'inci sırada...
-Kadınların siyasal hayata katılımda 113'ncü sırada...
-Kadınların eğitim eşitliğinde 106'ncı sırada...
-Kadınların sağlık imkanlarına ulaşımında 67'inci sırada yer almaktadır.
-3 milyona yakın kadın okuma yazma bilmemektedir. Okuyanlar, özellikle evliyseler ve kocaları çalışıyorsa iş bulmakta zorlanmaktadır. İş bulsalar da tacizlere maruz kalmakta, yönetici olabilmek için erkeklere göre çok daha fazla çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu nedenlerle kamuda çalışanların sadece yüzde 34'ü kadındır.
-Evli her 10 kadından yaklaşık 4'ü eşi veya birlikte olduğu erkekten şiddet görmektedir.
-Türkiye genelinde kadınların yüzde 36'sının fiziksel, yüzde 12'sinin cinsel şiddete maruz kaldıkları tahmin edilmektedir.
-Genç kızların yüzde 26'sına yakın bir kısmı 18 yaşından önce evlendirilmekte, henüz çocukluktan kurtulamadıkları için kendilerini koruyamayan bu kızlar cinsel şiddete daha da açık hale gelmektedir.
***
Türkiye'de kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin arka planındaki tablo budur...
Kadın, gerçekten toplumumuzun eşit haklara sahip bir bireyi haline gelmediği sürece yasal önlemler ancak bir noktaya kadar yararlı olacaktır...
Kadınların maruz kaldığı ayrımcılığın ortadan kaldırılması için bir toplumsal dönüşüm şarttır ve çağdaş bir toplumda yaşamak isteyen her birey -ister kadın ister erkek olsun- bu mücadeleye omuz vermek zorundadır.