Türkiye, yedi iklimin bir arada yaşandığı cennet gibi bir ülke...
Kıymetini ne kadar bildiğimiz tartışılır...
Yaşı yetmişi geçmiş biri olarak söylüyorum: Şu son elli yılda bu coğrafyanın gördüğü değişim ve tahribat belki de bin yılda görülmemiştir.
***
Bizim çocukluğumuzda Türkiye'nin bütün denizlerinde, akarsularında, göllerinde iç rahatlığıyla yüzebilirdiniz...
Karadeniz boyunca uzanan dar bir karayolu boyunca yapacağınız yolculukta yeşilin binbir tonuyla tanışır, yaylalara giden yollara saptığınızda derin vadiler, pırıl pırıl dereler ve devasa taşları bir devin kolları gibi sarmalamış ağaçlar arasından geçer, kendinizi bir masal ülkesinde sanırdınız...
Marmara'da Moda'dan Florya'ya kadar istediğiniz her yerde denize girer, isterseniz bir kayık kiralayarak Kalamış koyunda mehtap sefası yapardınız...
Ben, Fenerbahçe koyundaki çadırlı demiryolu kampına ait plajın önünde uzanan iskelenin altındaki mercan resifinde oynaşan lapinaları, horozbinaları, yengeçleri seyrederek geçirdiğim hoş anları hala özlemle hatırlarım.
***
Çocukluğumun geçtiği Sivas'ta en büyük zevklerimizden biri ailelerimizden gizlice Kızılırmak'a giderek yüzmekti...
Yolumuz,eski bir göl tabanı olan Çayırağzı bölgesinden geçerdi... İlkbahar gelince ırmağın kabaran suları bölgeyi kaplar, ortasından demiryolunun geçtiği sulak alanda leylekler 'şeytan mumları' arasında kurbağa arardı... Komşumuz Muharrem abi eski tek kırma tüfeğiyle ırmak boylarında ava çıkar, torbası su kuşlarıyla dolu dönerdi. Sular çekildiğinde alüvyonlu tarlalarda buğday yetiştirilir, çiftçiler düvenle ayırdıkları buğday ve saman yığınlarını her biri farklı bir gıcırtı çıkaran kağnılara yükleyerek adeta bir orkestra eşliğinde şehre taşırlardı...
Kış gelince, Sivas'ın ana caddesini buzlar kaplardı. Bir kaç otomobil iş göremez hale geldiği için 'meydan', arkasına asılarak kaçak yolculuk yaptığımız faytonlara ve 'kızakaltı' takmış 'yaylı'lara kalırdı... Kar örtüsünün aylarca kalkmadığı o mevsimde cer atelyesinin marangoz atölyesinde yapılmış kiralık sarı kayaklarımızı alır, Çayırağzı düzlüğüne tepeden bakan 'Sıptırıç tepesine' kayağa giderdik...
***
Yaz tatillerimizi genellikle İzmir'deki akrabalarımızın yanında geçirirdik...
Soför olan Muammer Dayı bizi sık sık taksisiyle Çeşmealtına denize götürürdü... Çeşmealtı, o zamanlar dağlardan inen küçük derelerin ormandan çıkıp denize kavuşurken oluşturdukları doğal plajlardan oluşan sessiz ve sakin bir yerdi...
Mithatpaşa Sanat Enstitüsünün marangozluk atölyesinde ustalık yapan Erdoğan Dayı, evlerinin küçücük bahçesinde kendi elleriyle yaptığı ahşap teknelerle balığa çıkmayı severdi...
Akşamüstü olunca kah Karataş'taki küçük kumluklara, kah okulun önündeki 'Vakıflar Kahvesi'nin arka bahçesinin önünde uzanan kumsala çektiği teknesini diğer balıkçıların da 'el atmasıyla' denize indirirken ben de 'miço' olarak yanında olurdum... İmbatı yüzümüzde hissederek kale fenerlerinin ötesine yaptığımız kısa bir yolculuktan sonra eski Gediz deltasındaki sığlık bölgelere demir atar, gece olunca büyük bir paspasa benzeyen 'gargaloz' ağıyla yem olarak kullanacağımız yengeç yavrularını çıkarırdık... Ağdan yalnız yengeç ve karides değil, isimlerini bilmediğim envai çeşit deniz canlısı çıkardı... Sabah olunca cam gibi sularda oltayla tuttuğumuz balıkların kıvranarak su yüzüne gelişini zevkle izlerdik. Dönüş yolculuğu sırasında balık sepetimiz her zaman çupralar, levrekler, granyozlar, ısparozlar, kupezlerle dolmuş olurdu.
***
Son yıllarda zaman zaman o eski mekanlara yolum düşüyor...
Bakıyorum, Çayırağzı artık şehrin bir mahallesi olmuş... Memlekette kirlenmemiş ne bir göl ne de akarsu kalmış, Karadeniz sahilleri otoyolların altında yitip gitmiş, yayla yolları HES'lerin ve kaçak yapıların pençesi altında can çekişiyor. İzmir körfezinin mavisi kalmamış, kumsallar ve küçük yalı evleri tarihe karışmış. Gediz deltasının kıyılarını dev bloklardan oluşan siteler sarmış. Çeşmealtı tanınmaz halde. Marmara 'müsilaj'la kaplanmış; can çekişen denizde ne Kalamış sahili kalmış ne de o eski resifler!..
Televizyonda bağırları maden ocaklarıyla deşilmiş son ormanları da yok etmekte olan yangınları izlerken bunları düşündüm...
Ve bir kez daha geleceğimize yandım!