Ekonominin kanseri: Borçlanma...

Türkiye Cumhuriyeti, borçlanma yüzünden batan bir imparatorluğun mirasçısıdır...

Öyle ki, Lozan'da yeni devletin bağımsızlık senedini emperyalist devletlere imzalatmasına rağmen imparatorluktan kalan borçların önemli bir bölümünü üstlenmek zorunda kalmıştır...

Dahası, Batılı ülkeler, cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'ye serbest ticaret ilkesine uyma zorunluluğunu dayatarak ithalatı kısıtlayıcı önlemler almasını engellemişlerdir.

***

Türkiye Cumhuriyeti, tüm bu güçlüklere karşın 1929 krizi ortamında devletçilik politikalarıyla KİT'leri kurarak ve Türk Parasını Koruma Kanunu aracılığıyla ithalatı kısıtlayarak kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yaratmaya çalışmış, 1954 yılına gelindiğinde Osmanlı devletinden kalan borç ödemelerini tamamlamayı başarmıştır...

Ne var ki, bu uğraş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'nin de içinde yer aldığı Batı dünyasına ABD'nin dayattığı 'serbest piyasa' adı verilen korumacılığa karşıt politikaların baskısıyla sekteye uğratılmış ve özellikle 1980'li yıllardan sonra giderek rafa kaldırılmıştır...

Bugün karşılaştığımız ekonomik zorlukların temelinde bu süreç yatmaktadır.

***

Bilindiği gibi, Türkiye ekonomisi 'makas değiştirirken' borçlanmaya karşı duyulan ürküntüyü yenmek için o dönemin iktidar sahipleri, ortaya 'Borç yiğidin kamçısıdır' diye bir laf atmışlardı...

Borçlanmayı yiğitlik olarak gösteren bu laf, bir noktadan sonra ekonominin kanseri haline gelecek olan bu olguya karşı önlem almayı engelleyen bir uyuşturucu gibi yıllarca kullanılmıştı...

Ne var ki, saklanmaya çalışılan bu hastalık artık dünya ekonomisinin işleyişini bile tehdit eder bir hale gelmiştir ve bu konuyla ilgili gerçekler, Birleşmiş Milletler raporlarında bile 'alarm' vermek amacıyla tüm dünyaya duyurulmaktadır.

***

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nın (UNCTAD) 2018 yılı raporunda bakınız bu konuda neler söyleniyor:

'Dünya ekonomisi bir kez daha baskı altına girmiş bulunuyor. Güncel baskılar yükselen gümrük vergileri ve öngörülemeyen finansal akışlardan kaynaklansa da, küresel istikrara yönelik bu tehditlerin arkasında, 2008'den bu yana, hiperküreselleşmiş dünyamızın eşitsizlik ve dengesizliklerinden sorumlu olan daha geniş bir başarısızlık yer alıyor. Bu başarısızlığın sembolü, global çıktı hacminin üç katından daha büyük miktara ulaşmış olan ve giderek büyümekte olan borç dağıdır. Krizin başlangıcından bu yana gelişmiş ülkelerin kamu sektörü giderek daha fazla borçlanmak zorunda kalmış olmakla birlikte, asıl üzerinde durulması gereken husus, geçmişten bu yana kriz belirtisi olmuş olan özel sermayenin, özellikle şirketleşmiş sektörün borçlarındaki hızlı artıştır.

'Borçlanmada küresel olarak gözlenen bu artış, eşitsizliğin artışıyla yakından ilişkilidir. Bu iki olgu, hiper küreselleşmenin belirleyici bir özelliği olan mali piyasaların ağırlık ve etkisinin artışıyla bağlantılıdır. Batışlarına göz yumulamayacak kadar büyümüş olan bankalar, krizleri önlemeye yönelik düzenlemelerin cüretkar biçimde ihmal edilmesinin simgeleri haline gelmeye başlamışlardır...

'2018 başlarında küresel borç stoku küresel gelirin yaklaşık üç katına çıkarak 250 trilyon dolara ulaşmıştır. On yıl önce bu miktar 142 trilyon dolardı.

'Özel kesimin borçlanması yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülkelerde patlamış ve bu kesimin küresel borç stokundaki payı 2007'de yüzde 7 iken 2017'de yüzde 26'ya yükselmiştir...

'2018 ortalarında döviz cinsinden yaklaşık 340 milyar dolarlık bir yük altında bulunduğu bildirilen Türk özel sektör firmaları da TL'nin hızlı değer kaybından ciddi bir biçimde zarar görmüşlerdir ve bu durum, iflasların artması, yatırımların ve büyümenin yavaşlaması tehdidine neden olmuş bulunmaktadır.'

***

Raporun muhtelif bölümlerinden yapılan ve tarafımızdan çevrilen bu pasajlar da gösteriyor ki, borç, gerçekten de bir kamçıdır, ama yiğidin elindeki değil sırtındaki kamçıdır...

Ve bu kamçı, artık yalnız bizim ve bizim gibi 'gelişmekte olan ülkeler'in değil tüm dünya ekonomisinin sırtında 'şaklamaktadır'.