Dünyamız bir kent belki de…

Yaşam yoldaşım olan şiirlerdendir 'Bu Aşk, Bu Şehir, Bu Keder'.

Bir kentten ayrılışın şiiri.

Kentten mi yalnızca?

Geride bırakılan kent, bir kent değildir ki yalnızca…

Nice anı, ayrıntı, öykü, 'yürek çarpması', 'ayak izi' bırakılıyordur orada… 'Kendine bir başka gökyüzü büyüten gece feneri', çalınan ıslık, söylenen türkü… 'Dolunayın altında ıhlamur ağaçlarına' kazıdıklarınız, 'uzaklarda yanan anızların parıltısı', polis baskınlarıyla 'yarım kalmış duvar yazıları'…

Elbet sonra da ıslık çalarsınız, türkü söylersiniz… Hatta yazı yazabilirsiniz duvarlara… Polis baskını olmaz belki, yarım kalmaz yazınız…

Ama ne yapsanız rengi başka olur artık…

Dahası, 'hep beyaz yaşmaklı / sırı dökülmüş bir yalnız aynada' annenizin yüzü de geride kalıyorsa…

Kederli bir senfoniye dönüşür o kentten ayrılmak.

Budur şiirin anlattığı:

'hoşça kal ayak izim / serseri sokaklarda // hoşça kal' diye başlayan şiirin…

***

Şiir böyle başlar da…

Sonra şu dizeleri okursunuz ki, 'Bir avuntu mu?' dersiniz…

Acaba?

'bir gün gelecek bu gün de / bir anı olacak nasılsa // oturduğumuz bu masa / bu kum saati, bu rüzgar, bu eski komodin / bu kırık / sandalye // bu kelepir yürek / bu aşk / nasılsa.'

Nasılsa bir anıya dönüşmüyor mu her şey?

Yaşadığımız ne varsa…

Kimbilir hangi ortamda, hangi duyguyla, hangi savruluşla bu yazıyı şu an okuyor olmanız bile…

Akmıyor mu bir anıya?

Akıyor da…

Şiire dönersem, üç bölümlük o şiir nasıl mı biter?

'gidiyorum / bu şehri bu yağmuru / bu düşleri / bu aşkı bu kavgayı bu kederi // size bırakarak.'

Kime?

O kentte, benzer duyarlıklarla yaşamaya devam edenlere…

Evet öyle de…

Bir kentten ayrılmayla ilgili duygularda, sanki ölümün hüznü de var… Bırakın kenti, hatta ülkeyi, dünyayı bir kent olarak algılayıp, ölüme doğru süzülürken yazılmış dizeler gibi de algılıyor insan bu şiiri…

Bırakılan düşler, kavga, keder, benzer duyarlıklarla yaşayan herkese oluyor böylece…

***

Şiir kimin mi?

1980'li yılların Ankara edebiyat atmosferinin en unutulmaz şairlerinden birinin. Davudi sesli, sesine inat ince ruhlu şairi Behçet Aysan'ın…

Ona ne kadar teşekkür etsem az…

Yaşamıma bu dizeleri yoldaş kıldığı için.

Dahası ne çok insanın serüveninde izi var bu dizelerin, bilinmez…

Bunu söyleşmelerden, dahası genç durmuş yüreklerle ilgili ölüm yıldönümlerindeki anma ilanlarından biliyorum.

Yarınsa, bu dizeleri yaşamıma ve yaşamımıza yoldaş kılan Behçet Aysan'ın ölüm değil, yakılma yıldönümü…

Bana ve nice insana yaşam yoldaşı olan dizeleri paylaşayım istedim.

O düşleri, o kavgayı, o kederi…

_________________

NOT: Şiiri Behçet Aysan'ın el yazılarından okudum. Aynı gün, kendiyle birlikte yakılan Uğur Kaynar'ın yönettiği El Yazıları Yayıncılık'ın yayımladığı 'Şiirler' başlıklı kitaptan (Birinci Baskı: Ocak 1990, Ankara). Şiirin yaydığı hüzün atmosferine, bambaşka bir hüzün ekledi o kitaptan okumak… Kapağın simsiyah olması da artırdı o hüznü… Uğur Kaynar'ı da, Sıvas'ta yakılan 35 insanı da saygıyla anımsayarak, anarak…