Davranışlarımızın kökeni... (XIV)

Bir önceki yazımızda insan davranışlarını belirleyen beyinle ilgili bilgilerin psikiyatri alanından değil, nöroloji, genetik, moleküler biyoloji gibi bilimsel çalışma alanlarından geldiğini belirtmiş ve klasik anlamda psikiyatrinin artık 'ölmekte olan sözde bir bilim' olduğunu söylemiştik...

Bu görüş, psikiyatrinin günümüz toplumunda etkinliği ve insanların psikiyatrik 'tedavi' yöntemlerine bağımlılığı göz önüne alındığında insanlara inandırıcı gelmeyebilir...

Gerçekten de psikiyatrinin dayandığı temeller sarsılırken, etkinliği giderek artmaktadır...

Ama aslında bu durum, psikiyatrinin gerçek anlamda bir bilim dalı olmadığını kanıtlamaktadır; çünkü eğer ortada gerçek bir bilim olsaydı, psikiyatrinin etkinliği karşısında ruhsal hastalıkların sayısında bir azalma olurdu... Oysa tam tersine, günümüzde neredeyse toplumun tümü ruhsal sıkıntılarla boğuşmakta ve sonunda çareyi bilimsel tıp dalları tarafından geliştirilmiş bir takım uyuşturucu haplarda aramaktadır.

***

Bu yazı dizisinin konusu muhakkak ki bu köşenin hacmini çok aşacak özellikler taşıyor...

Örneğin...

Bireyler olarak beynimizin potansiyelini ne ölçüde kullanabiliyoruz?... Bu potansiyeli nasıl daha etkin hale getirebiliriz?...

Özgür irademizin davranışlarımız üzerindeki etkisi ne kadar?.. Genler davranışlarımızı hangi yollardan etkiliyor?..

Toplumsal kararlarımız, nasıl şekilleniyor?.. Yaşam tarzları ile toplumsal eğilimler arasındaki ilişkiler nasıl şekilleniyor?... Bölgeler arasında görülen siyasal tercih farklılıkları nereden geliyor?..

Bu ve benzeri sorulara bu yazı dizisinde değinemedik...

Burada yapmaya çalıştığımız şey, konuyla ilgili bilim dünyasında yaşanan bazı gelişmeleri çok özet bir biçimde de olsa aktarmaya çalışmak oldu.

***

Konuyu, fizyoloji ve nöroloji alanında yaptığı buluşlar nedeniyle 2000 yılında Nobel Tıp Ödülü'nü alan Prof. Dr. Eric R. Kandel'in 'Belleğin Peşinde... Yeni Bir Zihin biliminin Doğuşu' başlıklı kitabının önsözünden bir alıntıyla noktalayalım:

'İnsan zihnini biyoloji bağlamında anlama uğraşı, 21. yüzyıl biliminin başlıca meselelerinden biri olarak öne çıkıyor. Algının, öğrenme yetisinin, belleğin, düşüncelerin ve bilincin biyolojik doğasını, özgür iradenin sınırlarını anlamak istiyoruz. Bu zihinsel süreçleri biyologların keşfedecek konumda olması yirmi otuz yıl önce düşünülemezdi bile. Evrendeki en karmaşık süreçleri bünyesinde barındıran zihnin en derin sırlarını biyolojinin analizine açabileceğini, hatta molekül seviyesinde anlaşılabileceğini söyleyen düşünce, 20. yüzyılın ortasına dek ciddiye alınamazdı.(...)

'Aslında düşünce tarihçileri yirminci yüzyılın son yirmi yılına dönüp baktıklarında, insan zihni ile ilgili en değerlyi görüşlerin, şaşırtıcıdır ama, geleneksel olarak zihinle ilgilenen felsefe, psikoloji ya da psikanaliz gibi dallardan gelmediği yorumunda bulunacaklardır. Bilakis, bu dalları beyin biyolojisiyle kaynaştıran yaklaşımlar değerli katkılar sundu; moleküler biyolojide son zamanlarda kaydedilen gelişmeler, bu yeni senteze can verdi. Sonuçta yeni bir zihin bilimi doğdu; bu bilim dalı, yaşamın henüz çözemediğimiz büyük sırlarını incelemek için molekülen biyolojinin gücünden faydalanıyor.'

***

Kandel, bu yeni bilimin temel ilkelerini şöyle sıralıyor:

'Birincisi, zihin ve beyin ayrıştırılamaz...

'İkincisi, en basit reflekslerden, dilin, müziğin, sanatın en yaratıcı fiillerine varıncaya kadar beyindeki her zihinsel işlev, beynin farklı bölgelerindeki uzmanlaşmış sinir devreleri tarafından gerçekleştirilir...

Üçüncüsü, tüm bu sinir devreleri aynı temel sinyal birimlerinden yani sinir hücrelerinden oluşur.

***

Bütün bunlardan çıkrılacak tek bir sonuç var:

Beynimizi tanımak, eğitmek ve geliştirmek zorundayız...

Bunun yolu da insanları 'mankurtlaştırmayı' değil 'özgürleştirmeyi' amaçlayan bir sistemi, eğitim başta olmak üzere her alanda egemen kılmaktan geçiyor.

NOT: 'Mankurtlaştırma' işlemi, eskiden Orta Asya'da köleleri daha itaatkar hale getirmek için uygulanan bir yöntemin adıdır. Bu yöntemde saçları kazınan kölenin başına yaş deve derisinden bir başlık bağlanır, bu başlık güneşin etkisiyle kuruyunca beyne ulaşan kan damarlarını daraltarak onun beyinsel faaliyetlerini dumura uğratırdı.

(Bitti)