Davranışlarımızı belirleyen nedir?... (II)

Bir önceki yazımızda insan davranışlarını toplumsal çevrenin mi, yoksa 'insan tabiatı'nın mı belirlediği tartışmasının köklerine bir göz atmıştık...

Bir noktayı da hemen eklemek gerekiyor:

İnsanlık tarihi kadar eski bu tartışma, 20. yüzyılda biyoloji, psikoloji, nöroloji, sosyoloji gibi bilim dallarındaki gelişmelerle yeniden alevlenmiş bulunuyor.

***

Kısaca hatırlatalım:

Biyolojide Darwin'in evrim teorisinin çevrenin etkisiyle oluşan 'seleksiyon' (doğal seçim) etkisini örnekleriyle ortaya koymasının hemen ardından sosyal çevrenin belirleyiciliğini savunanlar önemli bir koz elde etmişti...

Ancak Darwin'in evrim teorisinin ikinci ayağını oluşturan 'mutasyon', özellikle Mendel tarafından genlerin keşfedilmesinden sonra karşı cephenin elinde bir koz haline geldi... Bu ilkenin topluma uyarlanması sonucunda egemen sınıfların üstün ırklar ya da toplumsal gruplar tarafından oluşturulduğunu savunan 'sosyal Darwinizm' olarak tanınan bir akım doğdu.

***

Aynı dönemde psikoloji alanında Freud, 'psikanaliz' kuramını geliştirdi...

Psikanaliz kuramı esas olarak insan psikolojisinin bebeklikten başlayarak ailenin ve toplumsal çevrenin etkisi altında şekillendiğini savunuyordu...

Doğal olarak bu görüş 'davranışlarımızı sosyal çevre belirler' görüşünü güçlendirdi... Ancak Freud'un kuramında bir de 'libido' kaynaklı Eros ve Thanatos (sevgi ve nefret, başka bir deyişle saldırganlık) güdülerinden söz ediliyordu... Bu da insanı içgüdülerin belirlediği görüşünü savunanlar tarafından kullanılmaya devam edildi.

***

Bu arada nöroloji (sinirbilim) alanında da araştırmalar gelişmiş, insan beyninin sırları çözülmeye başlanmıştı...

Bu sırların başında insan beyninin süreç içinde geliştiği içgüdüleri yönlendiren beyin sapının ilk gelişen bölümü oluşturduğu, daha sonra ara beyin vasıtasıyla beyin sapına bağlanan üst beyinin (korteksin) kıvrımlarının oluştuğu, insana özgü, kavramsal düşünme, konuşma ve benzer niteliklerin beynin bu alanında toplumsal çevrenin etkisi altında gelişimini sürdürdüğü geliyordu...

Böyle olunca, tartışmanın iki tarafı da bilimin bulgularından kendi açısından yararlanma imkanı buldu.

***

Sosyoloji alanında sağlanan gelişmeler de tartışmayı çözmek yerine derinleştirdi...

Sosyolojinin kurucusu olarak bilinen Emile Durkheim, insan davranışlarının tümüyle sosyal çevre tarafından belirlendiğini savunmaktaydı...

Toplumsal gelişme yasaları üzerindeki görüşleri dolayısıyla bir 'sosyolog' olarak değerlendirilebilecek Karl Marx ise, 'diyalektik materyalist' bir anlayışla olayı bir karşılıklı 'etkileşim' olarak ele aldı... Marx'ın tartışmaya bir diğer katkısı da olayı bireysel bazda yürütülen bir tartışma olmaktan çıkarması, onu ekonomi ve onun ürünü olan sınıf mücadelesine bağlamasıydı...

Ne var ki, daha kendi sağlığında bile Marx'ın düşünceleri 'mekanik determinizm' olarak adlandırılabilecek bir yöntemle yorumlandı... Marx'ın bu yöntemi kullanan 'marksistler' için 'Onlar marksistse ben değilim' dediği söylenir.

***

Sosyalist çevrelerde bu tartışma Marx ve Engels'in ölümünden sonra da devam etti...

'Marksist' düşünceyi benimseyen Alman Sosyal Demokrat Partisi ve onun tarafından yönlendirilen İkinci Enternasyonal, mekanik determinist anlayışı daha ileri götürerek tartışmanın boyutunu genişletti...

Partinin resmi çizgisi, kapitalizmin gelişmesine, yani dış koşulların değişmesine bağlı olarak işçi sınıfının bilincinin de gelişeceği ve bu süreç sonunda toplumun kaçınılmaz olarak reformlar yoluyla sosyalizme geçerek dünya barışını sağlayacağı görüşüne dayandırıldı.

***

Birinci Dünya Savaşı, bu tür görüşlere büyük bir darbe vurdu...

Hem 'sosyalist' partiler, hem de işçiler, savaşın patlak vermesinin hemen ardından o zamana kadar savundukları görüşleri terk ederek savaşı yürüten hükümetlere destek verdiler ve toplumu kendi savundukları ideoloji doğrultusunda değiştirmek yerine 'saldırgan içgüdülere' teslim oldular...

Bu durum, sosyalist hareket içinde yeni tartışmalara yol açtı.

(Devam edecek)