Çevre koruma ''felaketleri''!.. (III)

Çevre koruma amacıyla getirilen ÇED uygulamasının tam tersi amaçlarla uygulanmaya başlanması son dönemde giderek yaygınlaşıyor...

Kaz Dağları'nda yaşanan olayların benzerlerinin önümüzdeki günlerde Murat Dağı'nda da yaşanacağı konusunda endişeler artıyor...

Bu endişeler sonucu kurulan 'Murat Dağı Yok Olmasın Platformu' Sözcüsü Funda Öz Akcura, 'Kaz Dağları'nda ÇED ile ilgili yürütmeyi durdurma kararına rağmen çalışmalara başladılar. Biz de şu an ÇED raporuna karşı yürütmeyi durdurma davası açtık. Murat Dağı da aslında Kaz Dağları'nın hemen arkasından geliyor' diyor.

***

Murat Dağı'nın volkanik bir özellik taşıdığı ve çok çeşitli bitki örtüsüne ev sahipliği yaptığı biliniyor...

Akcura; Gediz Nehri, Porsuk ve Banaz çaylarının bu bölgeden çıktığını belirterek şunları söylüyor: 'Bu dağın suları Ege ovalarını suluyor. Bunların yanı sıra buradan beslenen Susurluk Çayı, Marmara'ya kadar gidiyor. Yani bu dağın suları Batı Karadeniz'e kadar su ulaştırıyor. Durum böyle olunca, Anadolu coğrafyasındaki su kaynaklarının yüzde 40'ına tek başına sahip olan Murat Dağı'nda olası bir maden faaliyetinin yaratacağı felaket için kahin olmaya gerek yok'...

Başlangıç aşamasında 235 hektarlık orman arazisindeki yüz binlerce ağacın katledileceğinin altını çizen Akcura, 'Şirket açıklamalarına göre ilerleyen süreçte 15 yıl daha çalışmaları uzatıp 1000 hektarlık alana yayılmayı planlıyor. Yani çalışmaya başladıklarında yakınlarındaki yerleri de yakında maden ocağına dönüştürecekler' diyor.

***

Türkiye'nin en önemli genetik rezerv alanlarından biri olarak kabul edilen ve son yıllarda yeni bitki türlerinin keşfedilerek bilim dünyasına kazandırılan Antalya'nın Akseki ilçesinde de benzer bir olay yaşandı...

Yine hazırlanan bir 'ÇED olumlu' raporuna dayanılarak bölgeye kurulacak iki mermer ocağına ruhsat verildi... Ancak ruhsat alanlarında toplam 17 arkeolojik kalıntının tescil edilerek koruma altına alındığı ve 13'ü öncelikli koruma statüsüne sahip toplam 34 endemik (yerli) bitkinin saptandığı anlaşıldı...

Prof. Dr. Ahmet Duran, hazırlanan ÇED raporunu inceledikten sonra iki ayrı ruhsat sahasında yaptığı arazi çalışmasının bulgularını açıklarken şunları söyledi: 'Alan için yazılan ÇED raporu zayıf, yetersiz, eksik ve bilimsel olarak ciddi yanlışlıklar içermektedir. Açılması planlanan iki mermer ocağı alanında; 34 endemik bitkinin bulunması, Uluslararası IUCN kriterleri ile CITES ve BERN sözleşmelerine göre alanda öncelikli korunması gerekli 13 bitkinin bulunması, Genetik Rezerv Alanı özelliklerine sahip bir ekosistem olması gibi çok özel karakterler, alanın ne kadar eşsiz ve özel olduğunu göstermektedir. Bilimsel veriler bölgenin öncelikli korunması gerektiğini açıkça göstermektedir. Raporun yetersizliği ve belirtilen bilimsel gerekçeler kapsamında, alanda mermer ocağı açılmasının uygun olmadığı anlaşılmaktadır'.

***

Benzer bir haber de Tunceli yöresinden geldi...

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük, 60 kilometrelik uzunluğa sahip Munzur Dağları'nın tamamının 145 maden projesiyle maden sahası ilan edildiğini açıkladı...

Maden sahası ilan edilen alanın Ovacık Tunceli sınırları içerisinde 43 bin 350 hektarlık bir sahayı kapsadığını belirten Avukat Barış Yıldırım da 'Bu Munzur Milli Parkı'ndan daha büyük bir saha' dedi... Yıldırım, maden ruhsatlarının iptali için açtıkları davada bilirkişinin, 'Munzur havzası Türkiye'nin en güçlü florastik zenginliğine sahip sahalarından bir tanesidir. Bu havzanın korunması gerekiyor' değerlendirmesinde bulunduğunu, bunun üzerine projenin iptal edildiğini açıkladı... Bu maden projeleri hayata geçirilirse Munzur'daki binlerce bitki türünün yok olacağını, yer altı sularının ve yaban hayatının bundan olumsuz etkileneceğini ifade eden Yıldırım, 'Erzincan'ın İliç ilçesinde de siyanür kullanılarak yapılan altın üretimininbölgedeki ekolojik ortamaverdiği zarar verilerle saptandı. Şimdi o projenin Munzur dağlarına doğru kapasite artırımı söz konusu. Biz ona da dava açtık ve iptal kararı aldık' dedi.

***

Aktardığımız bütün bu gelişmeler, yalnız tehlikenin büyüklüğünü değil, çevre korumada en önemli gücün yöre halkının bilinci ve hukukun üstünlüğü ilkesi olduğunu bir kere daha gösteriyor.