Bir sevda, bir tutku masalıdır 'Yedi Dağın Çobanı ile Ceranceran'. Kimi kimsesi olmayan, 'garip bir kuş gibi yalnız' bir çocuğun serüveni…
Bir sabah çeşmeye giden gelinler, 'köy meydanında, çeşmenin başında yıkılmış kalmış' olarak bulmuşlardır onu. Çocukları olmayan Muhtar Çece ile Nazlı Bibi sahip çıkmış çıkmasına da gözleri dağlardaymış onun. Gündüz gitmese gece gidermiş…
'Garip oğlan' 'Çoban Oğlan' oluvermiş sonra. Bir de benzersiz bir kaval sesi eklemiş yalnızlığına. Derken serpilmiş, büyümüş. Yiğit bir delikanlı olmuş. Olmuş ama köyün kızlarının, gelinlerinin, genç dullarının 'cilvelerini görmezden gelirmiş.' Sonunda demişler ki, 'Çoban Oğlan'ın dağlarda buluştuğu gizli bir sevdalısı' var…
Köyde çok neşeli olan Çoban Oğlan, dağlarda kavalını başka türlü çalarmış. 'Hüzünlü bir hikaye anlatıyormuş kavalı.' Derdi büyükmüş çobanın da, çaresi de ceranlarmış. 'Onların sarp dağların doruğuna tırmanıp durup da nehir havzasını izleyişindeki ulaşılmaz tevekkülmüş. O gözlerin güzelliğiymiş, derinliğiymiş.'
Ceran sürüsü bir gün su içmekten ormana dönerken, içlerinden birisi durup geriye dönmüş, bakmış Çoban Oğlan'a. 'Sürmeli güzel ürkek gözleriyle tam da çoban oğlanın gözlerinin elifine uzun uzun bakmış. (…) Onu usul usul okşarcasına, kutsarcasına bakmış. Ceranceran bakışları değdikçe yumuşak, ılık bir şeyler akmış oğlanın içine. Bütün kainat sanki ona kucak açmış, sarmış onu, yarımmış tamamlanmış, açmış doymuş.'
Ondan sonradır ki hep o 'sürmeli gözlü ceranını görme arzusuyla yaşamış, bu umutla düşmüş sürüsünün ardına… Ne çok ceran sürüsü görmüş de o ceranına rastlamamış bir daha. Zamanla baktığı her şeyde, özellikle de köyün kızlarında o ceranın suretini görür olmuş çoban. Derken Gülbahar'la evlenmiş. Sanmış ki onun gözleridir sürmeli ceranının gözleri. Zamanla anlamış öyle olmadığını. Bir yanılsamaymış yaşadığı.
Sonunda bir kez daha görmüş o ceranını.
Suyun başına gelen bir ceran sürüsünün içinde. Artık nasıl bir refleksle sürünün içine daldıysa… 'O güne kadar bir insanın bir ceranı elle yakaladığı görülmemiş. Ya çoban çok hızlıymış ya Ceran kaçmak istememiş. Diğer ceranlar koşup ormanı bulmuşken Çoban'ın eli Ceran'ın boynunda, Ceran hareketsiz, öylece kalmışlar. Nefes nefeseymiş ikisi de. Kendilerini birbirlerinin gözlerinden alamıyorlamış. Sanki başka alemlerdeymişler de bu dünyaya dönemiyorlarmış. Çoban ağlamış, Ceran ağlamış.'
Bakar mısınız, nasıl bir tutkudur anlatılan.
Öyle de masal burada bitiyor mu sanıyorsunuz? 'Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine' diye biten bir masal değil bu!
***
Ankara'dan baba memleketine giden Müjgan'ın karşısına bir defterin sayfalarında çıkar bu masal. Anlatım tanıdık gelmiştir ona. Ve öykü öyle yakalamıştır ki ruhunu, 'Kendi hikayesini okur gibi üzülmüş, hüzünlenmişti'r. Öğrenir ki, 'eski evleri, ihtiyar kadınları, eski şarkıları, eski çeyiz sandıkları'nı araştırmak için gelmiş bir 'deli kadın'ın not defteridir okuduğu. O gittikten sonra bulmuşlar defteri, aramışlar ama almak istememiştir. 'Artık yazmak istemiyor muymuş? Umutları mı tükenmiş ne? Öyle bir şey'…
'Derelerin ve kadınların onuruna' adanmış bir romanın (*) kişileri Müjgan da, defterin sahibi Zeyno da… Elbette romanın sayfalarında nefes alıp veren onlarca kişiden ikisi onlar… Bu defter ve masal da dikkatimi çeken onlarca ayrıntıdan birisi yalnızca… İttihat ve Terakki yıllarından Birinci Dünya Savaşı'na, eşkıyaların korku saldığı köylerden doğuda bir kasabanın günlük yaşamından manzaralara… Sonra savaşın getirdiği yoksulluğu da savaş zenginlerinin oluşmasını da nasıl da çarpıcı ayrıntılarla veriyor roman. Yeni bir devletin kuruluşu sonrasındaki süreçte savaşın izlerinin ağır ağır silinmesinden günümüze uzanıyor… 'Kentsel dönüşüm' adı altında yapılanlara…
Büyüteç tutulacak ne çok şey var romanda da, defterdeki masal öne çıkardı kendini. Defteri bırakıp giden, artık yazmak istemeyen Zeyno'ya inat! Zaten tam da onun yarası değil mi bu masalda kanayan… Bir Ceran değil mi Zeyno da…
_________________
(*) Güven Tunç, 'Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı', Roman, Ürün Yayınları, Birinci Baskı: Ağustos 2019, Ankara.