Tüm dünyada modern çalışma yaşamının baskıları çalışanların ruh sağlığında derin yaralar açıyor. Stres, tükenmişlik, performans baskısı, savaşlar, ekonomik belirsizlikler ve iş–özel hayat dengesizliği, verimliliği tehdit eden en önemli faktörler arasında yer alıyor. Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi ev sahipliğinde düzenlenen OnlyHR 3. İstanbul Sempozyumunda, iş hayatındaki kritik konular masaya yatırdı.
Sempozyumda konuşan Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi Medikal Direktörü Prof. Dr. Kültegin Ögel ve Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi, Bilim ve Etik Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bedirhan Üstün, kurumlara hem bilimsel kanıtlara dayanan hem de yol gösterici nitelikte uyarılarda bulundu: “Ruh sağlığına yapılan yatırım, verimlilik olarak geri dönüyor. Üstelik katlanarak"
Prof. Dr. Kültegin Ögel: “Stres yönetilemiyorsa tükenmişlik kaçınılmazdır”
İş hayatının, bireyin tüm yaşam alanlarını etkileyen bir faktör haline geldiğini belirten Prof. Dr. Kültegin Ögel, modern çalışanların yalnızca iş yükü ile değil;
kaygı, performans baskısı, öfke, hiperaktivite ve şehir yaşamının yoğun stresi ile mücadele ettiğini söyledi. Ögel, iş–özel hayat dengesinin korunmasının hayati önem taşıdığını vurgulayarak şunları ifade etti: “İş hayatında stres kaçınılmaz ama yönetilmediğinde tükenmişlik gelişiyor. Erken dönemde psikolojik destek almaktan çekinilmemeli. Damgalanma korkusu nedeniyle başvuru gecikiyor ve sorun büyüyor.”
Ayrıca çalışanlar arasında hızla artan sanal kumar bağımlılığına dikkat çeken Prof. Dr. Ögel, özellikle beyaz yakalılar arasında yükselişin belirgin olduğunu söyledi. Bağımlılığın hem iş performansını hem aile yaşamını zayıflattığını belirterek, Türkiye’de bu konuda kapsamlı araştırmalara ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Sempozyumun bir diğer konuşmacısı Prof. Dr. Bedirhan Üstün, çalışan psikolojisinin ancak doğru kurgulanmış bir kurumsal yapı ile korunabileceğini belirterek şirketlere şu çağrıda bulundu: “Sorunlar ortaya çıkmadan önce önleyici ruh sağlığı politikaları geliştirilmeli.”
Üstün, insanca iletişim, adalet duygusu, eşitlik ve saygı gibi temel unsurların çalışan motivasyonunda belirleyici rol oynadığını vurguladı: “Kişilik haklarına saygı duyulmayan ortamda çalışanlar işine yabancılaşır; tükenmişlik, depresyon ve verim kaybı kaçınılmaz olur.”
İŞYERLERİNDE HER 100 ÇALIŞANIN EN AZ 20’Sİ DEPRESYONA ADAY
Kişinin mutsuzluğunun üretimde aksamalara, hatalara ve verim kaybına yol açabileceğini belirten, Prof. Dr. Bedirhan Üstün, “Toplumlarda yoksulluk, yaşam zorlukları gibi birçok etken zaten insanları aşağı çekiyor. Buna bir de işyerindeki baskı eklenince insanlar kendilerini robot gibi hissetmeye başlıyor. Zaten günümüzde ‘robotlar yerimizi alacak’ kaygısı da var. Bu güvensizlik ve tedirginlik depresyona yol açabiliyor. Araştırmalarımız gösteriyor ki toplumlarda ve iş yerlerinde her 100 çalışanın en az 20’si depresyona aday. Bu da gizli bir iş gücü kaybına neden oluyor. Kişinin mutsuzluğu üretimde aksamalara, hatalara, verim kaybına yol açabiliyor. Benim amacım insanların bir iş beygiri gibi çalışması değil; anlamlı bir üretim yapabilmeleri. Eğer bunu destekleyen programlar geliştirebilirsek ki Amerika, Hindistan, Çin gibi ülkelerde bu konuda çalışmalar yaptık. Türkiye’de de benzer uygulamalar yapılmalı” diye konuştu.
Prof. Dr. Üstün; “Sektörlerin, çalışanların ruh sağlığına sırf göstermelik bir ilgi yerine gerçekten özen gösteren, onları dikkate alan bir yaklaşım sergilemesi gerekiyor. Depresyon yalnızca kişisel bir mesele değil; dış etmenlerle de tetikleniyor. Dünya giderek zorlaşıyor: Ekonomik koşullar, iş gücü kaygısı, işsizlik, robotların gelişi, savaşlar, ekonomik çöküş ihtimalleri. Bu karamsar tablo, en güçlü insanı bile etkileyebilir. Ben bile otuz yıllık yurt dışı hayatımda üç kez depresyona girdim. Bunların ikisi doğrudan iş yeri sorunlarıyla ilgiliydi ve aslında önlenebilirdi. Depresyon öyle kötü bir şey değil; içinden çıkınca Nietzsche’nin dediği gibi insanı güçlendirebiliyor. Ama o üç-altı ay boyunca yaşadıklarımı yeniden yaşamak istemem. Bilgisayara bakıyordum, bilgisayar da bana bakıyordu. Bu nedenle ne yaparsak yapalım, ülke olarak, sektör olarak, kurumlar olarak insanları bu tür etkilerden koruyacak sistemler geliştirmemiz gerekiyor. Bir kişi depresyona girdiğinde bunu tıpkı bir grip, bir böbrek hastalığı ya da bir kol kırılması gibi bedensel bir sağlık sorunu düzeyinde ele alabilmeliyiz.”
Ekonomik belirsizliklerin çalışanlar üzerindeki baskıyı artırdığını belirten Üstün, işini kaybetme korkusunun yorgunluk, uykusuzluk ve depresyona uzanan bir tabloya yol açtığını söyledi. Harvard Üniversitesi’nde yürüttüğü çalışmalara değinen Prof. Dr. Üstün, şirketler için çarpıcı bir veri paylaştı: “Depresyon ortaya çıkmadan önce erken tanı ve destek sağlanırsa yapılan yatırım en az dört kat kazanç olarak geri dönüyor. Görünmeyen kazançlarla bu oran otuz kata kadar çıkıyor.” Bu nedenle ruh sağlığının bir “maliyet kalemi” değil, kurumsal sürdürülebilirliğin zorunlu bir parçası olduğunu belirtti.
Psikolojik Destek Kurumsal Standart Olmalı
Sempozyumun ortak mesajı: “Psikolojik destek bir tercih değil, gereklilik”
Uzmanlara göre iş yerlerinde:
* İş–özel hayat dengesinin korunması,
* Ruhsal destek için damgalanmanın önüne geçilmesi,
* Çalışanların destek almaya teşvik edilmesi,
* Önleyici kurumsal politikaların geliştirilmesi
kurumsal başarının temel bileşenleri haline geldi.
Ruh sağlığına yapılan her yatırım ise doğrudan:
* Çalışan bağlılığını artırıyor,
* İş gücü kaybını azaltıyor,
* Verimliliği yükseltiyor,
* Kurumsal sürdürülebilirliği güçlendiriyor.