Oktay Rifat'ın 'Gün Sonu Konuşmalar' şiiri ne güzeldir?
Edebiyatımızda eleştirileri kadar günlükleriyle de öne çıkan Nurullah Ataç'a adadığı şiirde şöyle der şair:
'Hep yaşadığımı hatırlatıyorum kendime / Diyorum ki işin acele / Bir gün ne el kalacak tutmak için / Ne yürümek için bacak / Ne bulutların seyri / Ne de bir hatıra dünyamızdan / Çünkü hatıralar kuşlar gibi / Dal ister konacak / Bir gün yaslanmak istesen pencereye / Diz çökmek istesen nafile / İş işten geçmiş olacak'.
***
Yazmaya hevesli gençlerle söyleşilerimde hep günlük tutmalarını önermişimdir. Gerçekte yazmaya hevesli olmasa da, hemen herkes günlük tutsa keşke diye düşünürüm. Çünkü, Oktay Rifat'ın şiirinden yola çıkarak söylersem, anıların konacağı dallardır günlükler. Çünkü zamanla sislenir anılar. Birbirine karışır. Unutulur bazı adlar, yerler, yaşananlar…
Günlük tutmuşsanız, anılar kolay dal bulur konacak…
Bu anlamda günlük yayımlatmak amacı taşımadan tutulur. Öyledir de, edebiyatçıysanız, yayımlatmak için, en azından ileride yayımlanmasını düşünerek tutarsınız günlüğü. Birçok edebiyatçı, kendi günlük yaşamlarından ayrıntılara pek girmeseler de okuma günlükleri diyebileceğimiz, eleştiri günlükleri diyebileceğimiz, bir tür deneme tadında günlükler tutar ve yayımlatırlar.
Günlük, roman gibi, öykü gibi, şiir gibi bir edebiyat türüdür aynı zamanda…
***
Bazı yazarlarsa roman yazma yöntemi olarak kullanır günlüğü.
Esen Çelik'in ilk romanı 'Kırılgan Günlükler' de (*) öyle.
Bir genç kızın, Elif'in (Elif deyince Karacaoğlan ille de geliyor usa… İnce ince bir kar tozmaya başlıyor hayal dünyasında insanın… Üstelik, roman kişisinin kökeninin Adanalı olduğunu düşününce… Bakışlarında Toroslar'dan bir rüzgar varsa… Dahası, konu da aşk olunca…) aşkı tanıma serüvenini günlüklerini okuyarak izliyoruz.
Bir roman, okuru kendi dünyasının bir parçasına dönüştürebiliyorsa, anlatılan serüvenin içine katabiliyorsa biçemde, anlatımda başarı yakalanmış demektir.
'Kırılgan Günlükler'de bu başarı yakalanmış. Elif'le birlikte yaşamaya başlıyorsunuz kitabı okurken. Onunla birlikte üzülüyor, onunla birlikte hüzünleniyor, heyecan duyuyor, bir gün sonrayı, bir ay sonrayı merak ediyorsunuz.
Okuru saran, kuşatan, kendine çeken pürüzsüz bir anlatım var romanda.
***
'Kırılgan Günlükler'in sunuş yazısının okuru nasıl da kışkırttığını yazmış (Başkent Gazetesi, 1 Ekim 2018) ve yazarın romanı günlükler şeklinde yazmakla iyi mi ettiğini sormuştum.
Sormuş ve yanıtı bu yazıma bırakmıştım.
Okuru anlatının içine çekmenin en iyi yoludur günlük yöntemi. Yazar da bunu amaçlamış belli ki… O içtenlikle kuşatılıyor okur. Kuşatılıyor da, yazar seçtiği yöntemin gereklerine uymamış.
'Uymamış' derken neyi kastediyorum?
Bir günlüğü tutarken, yarını ancak hayal edebilirsiniz. Yarına, sonraki güne, sonraki aya ilişkin öngörüde bulunabilirsiniz. Gerçekleşmesini istediğiniz özlemlerden söz edebilirsiniz. Ama yarın yaşadıklarınızı bugünün günlüğünde yazamazsınız. Çünkü henüz yaşanmamıştır yarın…
Yarının ne getireceği bir bilinmezdir henüz. Öngörülse bile…
Bu kitaptaki günlüklerde ise yazar, kendini tutamayıp, olayların sonraki akışını da 'bugün'ün günlüğünde yazabiliyor.
Ha, yazar, günlük yöntemini, kitabın yazım sürecini içeren, ilk bölümü dün, ikinci bölümü bugün yazdım şeklinde düşünmüş olsa, bu şekilde bir anlatım olabilir de…
Ama, onun seçimi bu değil.
O zaman da, uymamış oluyor kendi seçtiği yönteme…
Bunu da not düşüvermeliyim buraya…
Ve eklemeliyim:
Elbette böyle olması, serüveni okur olarak yaşamanız için heyecanınıza, merakınıza ket vurmuyor.
***
29 Mayıs 1971 tarihli günlükle başlıyor kitap:
'Doğdum…
Benim seçimim değildi. Yaşayacaklarımı fısıldayan biri olsaydı kulağıma, yine de gelir miydim?'
***
İnsan doğduğu gün günlük tutar mı?
Diye sormadım örneğin… Bu bir romansa, tutar elbette…
Ve bu soruyu kim sormamıştır ki kendine?
Kitaptan kalan gerçek soruysa yazının başlığında…
________________________
(*) Esen Çelik, 'Kırılgan Günlükler', Kanguru Yayınları, Basım: Ocak 2018, Ankara.