ABD ile ilişkiler neden onarılamıyor?.. (I)

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler ne kadar onarılmaya çalışılırsa çalışılsın, dikiş tutmuyor...

O nedenle konu 'güvenli bölge' müzakereleri de tıpkı S-400 müzakereleri gibi başarısızlıkla sonuçlandı...

Bunun nedeni, iki ülkeyi birleştirecek ortak bir zemin kalmamış olması.

***

Peki, bu ittifakın kurulması döneminde böyle bir ortak zemin var mıydı?..

Evet, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki bloklu dünya koşulları böyle bir zemin yaratmıştı...

Bilindiği gibi Türkiye, ulusal kurtuluş savaşından sonra Batılı devletlerle Sovyet Rusya arasındaki mücadelede taraf olmayı reddetmiş, siyasal olarak bağımsızlığı, ekonomik olarak da sanayileşmeyi öngören devletçi politikaları benimsemişti...

Bu politika İkinci Dünya Savaşına kadar bir şekilde sürdürülmüştü...

Türkiye, o dönemde Batılı ülkelerin tüm zorlamalarına karşın Sovyetler Birliği'ne karşı tarafsız ve dostça tutumunu korumuştu...

İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa'nın hemen tamamını kapsayan bir 'blok' oluşturdu...

Bu ani yayılış, Dünya Savaşı'nın galibi Batılı kapitalist ülkeler arasında büyük bir korku yarattı...

Bu ülkeler, 'komünizm' korkusuyla 'Demir Perde' adı verilen bir sınır oluşturarak onun arkasında mevzilendiler.

***

O koşullarda Türkiye de Sovyetler Birliği'nin Boğazlar ve Kars-Ardahan üzerindeki bazı hak iddialarını öne sürerek Sovyet karşıtı blokta yerini aldı...

Kore Savaşı'nda ABD saflarında savaştı ve ardından NATO'ya katıldı...

ABD, Türkiye'yi 'Demir Perde'nin önemli bir halkası olarak görürken, Türkiye de ABD'yi toprak bütünlüğünün koruyucusu ve silahlı kuvvetlerinin güçlendiricisi olarak kabul etti.

***

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin gelişmesini teşvik eden yalnızca siyasal ve askeri gelişmeler değildi...

O dönemde ABD, Batılı ekonomik sistemin patronu haline gelmiş ve savaşta büyük bir yıkıma uğramış İngiltere, Fransa gibi ülkeler geri plana itilmişti...

Oluşan 'iki kutuplu dünya'da kaynak ihtiyacını karşılamakta zorlanan Türkiye, bu kutuplardan birinin yanında yer almaya zorlanıyordu... Tercih ABD oldu.

***

Türkiye ile ABD arasında kurulan ilişki elbette daha en başından 'eşitler arası bir ilişki' olmaktan uzaktı...

Türkiye bunu böyle görmek istedi, ancak Küba füze krizi ve Kıbrıs sorunu sırasında yaşananlar ABD'nin Türkiye'yi 'eşit haklara sahip stratejik bir müttefik' olarak değil bağımlı bir ülke olarak gördüğünü gösterdi...

Bu gerçek zamanla fark edilse bile 'iki kutuplu dünya' gerçeği, Türkiye'yi bu gerçeği açıkça dile getirmekten ve yeni alternatifler aramaktan alıkoydu.

***

1950'li yılların sonlarına doğru uluslararası alanda iki kutuptan birine angaje olmak istemeyen ülkelerin oluşturduğu 'bloksuzlar hareketi' doğdu...

Türkiye, eğer ABD ittifakına ve NATO'ya angaje olmamış olsaydı, bu harekete katılan ülkeler arasında yerini alabilir ve o ülkelerle ilişkilerini geliştirerek kendi ulusal çıkarlarını gözeten daha bağımsız politikalar izleyebilirdi...

Ancak o dönemde ülkeyi yönetenler, böyle bir tutum izlemek yerine bloksuzluk hareketini ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı kullandığı bir cepheye entegre etmeye çalışarak bu şansı kullanamadılar.

***

Böyle yaptılar da ABD'nin Türkiye'ye bakışını değiştirerek onunla eşit haklara sahip bir müttefik olabildiler mi?...

Tam tersine...

Başarısız oldukları için ABD'nin ve NATO'nun 'yeşil ışık' yaktığı bir darbeyle tasfiye edildiler.

***

1990'lı yılların başlarında Sovyetler Birliği'nin bizzat kendi yöneticileri tarafından ilga edilmesi ve 'Doğu Bloku'nun dağıtılmasının ardından, dünya yeni bir döneme girdi...

ABD, küresel dünyanın tek patronu haline geldi...

O zaman bu gelişmenin 'bin yıl' sürecek bir 'Amerikan çağı'nı başlattığını, hatta 'tarihin sonunu getirdiğini' savunanlar bile oldu.

***

Ama işler kısa zamanda tersine döndü...

'Doğu Bloku'nun ekonomik yükünü sırtından atan ve zamanla küresel kapitalist sisteme entegre olan Sovyetler Birliği, Putin yönetiminde kısa sürede toparlanarak ABD'nin karşısına daha güçlü bir siyasi rakip olarak çıktı... Bu arada ABD başta olmak üzere Batı sermayesine kapılarını açan ve bir dönem ucuz işgücü ihraç ederek kaynak oluşturan Çin, sömürge olmak yerine ABD'nin en büyük alacaklısı ve rakibi haline geldi...

ABD, bu gelişmeler üzerine 'Büyük Ortadoğu Projesi' adı verilen bir hamleyle askeri gücünü kullanarak egemenliğini pekiştirmek istedi.

(Devam edecek)