Yıl: 1922.

Henüz Cumhuriyet ilan edilmemiş.

Bugün 'Türkiye' diye andığımız topraklar 'kış' mevsiminde…

Mevsim de kış…

Ankara Garı'na bir tren girer…

İstanbul'dan gelen bir tren…

İnen yolcular dağılır giderler…

Bekleyeni olanlar buluşur bekleyenleriyle…

Sonra onlar da gider…

Bir kadın kalakalır ortalıkta…

Onu bir bekleyen olmalıdır…

Sevgilisi…

Bir yıl boyunca mektuplaştığı sevgilisi…

Nasıl da heyecanla bekliyor olmalıdır!

Ama yoktur!

Kadın, (Bilmem hangi sözcük denk düşer o duyguyu anlatmaya?) kederle, merakla, yalnızlıkla etrafa bakakalır…

Derken, trenlerin durduğu yere doğru bir insan yönelir ki (Şimdi bildiğimiz gar binası yoktur henüz. Bir köy istasyonu gibidir orası…) , sırılsıklamdır. Kardan adam gibi... Yağan kar elbiselerini sırrılsıklam yapmıştır…

O yıllarda taksiye binip yolcu karşılamaya gitmek olanaklı mı ki?

Yürümüştür aşığımız, yağan karın altında…

Ondandır sırılsıklam olması…

Gecikmesi ondan..

***

Gar belli de…

Kimden mi söz ediyorum?

Bu yanıt için dönelim azıcık geriye...

Burhan Belge, bir gün arkadaşlarının evine giderken kız kardeşi Leman'ı da götürmek ister. Belli ki bir kurgu vardır işin içinde…

Leman, 'Benim işim ne? Ben niye gidiyorum?' diye sorar.

Burhan Belge ise, 'Canım, kardeşim olduğunu duymuşlar, seninle de tanışmak istediler' der.

Bunun üzerine ağabey-kardeş birlikte yola düşerler…

Nereye?

Falih Rıfkı Atay'a…

Arkadaş buluşması…

Çay içerler…

Bakar mısınız?

Yakup da orada…

Leman Hanım'ın 'Erenler Bağı' ve 'Kiralık Konak' kitaplarından tanıdığı Yakup (O yıllarda Edip Cansever'in 'Çağrılmayan Yakup'u yok daha!)…

Üstelik, gelip tam da yanına oturmaz mı?

Dahası, konuşması hoş gelir Leman Hanım'a…

Sesi de…

***

O tanışma anı öyle bitmiştir elbette…

Arkası nasıl mı gelir?

Yakup, Leman Hanım'a bir mektup yazar…

Hemi de 'hitapsız' (*)…

Zaten Leman Hanım da hitaplardan hoşlanmamaktadır…

Mektup yanıtsız kalmaz.

Bir yıla yakın mektuplaşırlar…

Hemi de hitapsız…

Bir de…

Mektuplaşmaları aynı kent içinde değil elbette…

İnsanlar aynı kent içinde de mektuplaşablirler de…

Öykümüzde öyle değil…

Leman Hanım, Yakup'la tanıştığı kenttedir de…

Yakup Ankara'dadır…

Sonrası mı?

Bir gün mektuplar yetmez olur…

Leman Hanım, babasına bir 'Tezkere' bırakıp Ankara'ya kaçar…

Kaçışını telgrafla haber verir Yakup'a…

Telgrafın ulaştığı adres mi?

Ruşen Eşref'in…

Yakup orada kalıyordur o zamanlar…

Ruşen Eşref telgrafı hemen ulaştırmıştır Yakup'a…

Yakup koşmaz mı o treni karşılamak için gara…

Koşar elbette de…

Kar, kış…

***

Yıllar önce yayımlanmış bir gazetenin aktüalite ekinden yırtıp sakladığım bir sayfadaki yazıyı (*) okuyunca yazdım bunları…

Yazı şöyle başlıyordu:

'Mensur şiirleri, makaleleri, hikayeleri, romanları ile tanınan 'siyasette devletçiliği, sanatta devrimciliği ve realizmi benimseyen' devrin önemli dergilerinden 'Kadro'nun kurucularından Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun ölümünün üzerinden sekiz yıl geçti. 1974 yılının Aralık ayında 85 yaşında iken ölen Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nu, 51 yıllık eşi Leman Hanım'ın ağzından dinlemek isteyince şu yanıtları aldık:'

________________________________

(*) Nilgün Tarkan, 'Leman Karaosmanoğlu 8 yıl önce yitirdiğimiz bir edebiyat ustasını anlattı / Eşim Yakup Kadri…', Milliyet Gazetesi, Aktüalite Eki, 19 Aralık 1982.