Medyanın spor ya da başka bir konuda etkin olabilmesi için bana göre iki önemli husus var. Birincisi bunu haber olarak sıkça kullanması; ikincisi ve daha da önemlisi bunun inandırıcı olması…

Yıllar öncesinde, TRT'nin tek görsel yayın organı olduğu dönemlerde; yazılı basının yani gazetelerin ve dergilerin spor üzerindeki etkileri hayli fazlaydı.

O zamanlarda da futbol en ön plandaki spor dalı olmasına karşın; özellikle başta güreş olmak üzere diğer 'Amatör spor dalları' medyada yer bulabilen olgulardı. Örneklemek gerekirse; bir cumhurbaşkanlığı bisiklet turunu kamuoyu iyi bilirdi; bir Türkiye boks şampiyonasında salonlar hınca hınç dolardı; Ankara Tenis Turnuvası önemli bir etkinlik olarak dikkat çekerdi. Liselerarası Basketbol Şampiyonası bile spor kaumuoyunun merakla izlediği faaliyetlerden biriydi!

Çünkü, TRT ve gazeteler bu sportif etkinliklere önem verirlerdi. Kamuoyu, bisikletçi Rıfat Çalışkan'ı, masa tenisçi Oktay Çimen'i, bilardocu Bora Karatay'ı, hentbolcü Ali İsmet Ural'ı, güreşçi Salih Bora'yı, boksör Celal Sandal'ı, eskrimci Ali Tayla'yı, tekvandocu Tennur Yerlisu'yu, binici Murat Dizdaroğlu'nu, basketbolcü Barış Küce'yi, voleybolcu Semih Oktay'ı ünlü bir futbolcu kadar tanırdı. Çünkü, onlar da futbolcular kadar olmasa bile medyada yer alırlardı. Haberleri sık sık çıkardı.

Spor konularında araştırmalar yapılır ve bunlar medyada yayınlanırdı.

Dahası, TRT ve gazetelerde branşlaşma (ihtisaslaşma) vardı. Yazarlar ve muhabirler takip ettikleri spor dallarında bilgi sahibiydiler. Yazdıkları okunur ve ciddiye alınırdı. Eleştirilen bir spor adamı ya da bir sporcu bundan etkilenirdi. Çünkü, haberin ya da yorumun inandırıcılığı vardı. Medya gerçek manada spor üzerinde etkiliydi. Yazılanların gerçek olması, kamuoyunda medyanın güçlenmesi sonucunu doğuruyordu.

Görsel medyada (Televizyonlarda) hızlı ama disiplinsiz ve bilinçsiz artış oldu; Sayıları birden bire çoğaldı. Ancak o oranda yetişmiş elit eleman olmayışı nedeniyle kalite düştü. İzlenebilecek seviyede yayın sayısı belli bir noktaya yükselemedi. Yazılı medyada da (gazeteler) benzer artışlar olduğundan spor haberinde de kalite düştü. Zaman zaman masa başı asparagas (Uydurma ve sansasyonel) haberler ön plana çıkmaya, magazin haberleriyle spor haberleri iç içe girmeye başladı. Spor kendine özgü özel yapısından uzaklaşarak, televole tipi programların da artmasıyla magazine malzeme olmaya başladı.

Bu öyle bir ivme kazandı ki, televizyon ve gazeteler inandırıcılıklarını yitirmeye başladılar.

İhtisaslaşmadan uzaklaşıldı; her şey futbolun etrafında dönmeye ve yoğunlaşmaya başladı. Rahmetli Turgut Özal'ın futbolu özerk hale getirmesiyle birlikte bu spor dalı bir ahtapot gibi büyüdü ve öteki spor dallarını yutmaya başladı.

Medyadaki rekabetin artışı, beraberinde reyting kaygısını da getirdi. Özellikle gazeteci kökeni olmayan patronların sahip oldukları medya kuruluşlarındaki kimi yöneticiler, haberciliği bir kenara bırakıp reyting uğruna ticari kafayla hareket ettiler; bu da spora itibar kaybettirdi. Bir bölüm eski hakemler, eski teknik adamlar, eski idareciler ve eski futbolcuların yorumculuğa başlamalarıyla iş iyice çığırından çıktı. Gazeteler ve televizyonlar, spor denince sadece 'Futbolu' akılarına getirdiler. Futbolu yazdılar, futbolu yayınladılar, futbolu konuştular…

Basketbol, voleybol gibi birkaç branşın dışındaki diğer spor dalları medya tarafından neredeyse dışlandı. Medya kuruluşlarında ihtisaslaşma ortadan kalktı. Sadece futbolu bildiğini sanan bir güruh peydahlandı.

Böylece medyanın spor dallarının büyük bir bölümünün üzerindeki etkisi kendiliğinden kayboldu. Çünkü, bu branşlardaki gelişmeleri çok olağanüstü sonuçlar olmadığı sürece görmez oldular…

Ülke, medyanın yarattığı korkunç futbol atmosferiyle, neredeyse sadece 'Futbol konuşmaya, futbol düşünmeye, futbol izlemeye' zorlandı. Ve bunun sonucunda 'Spor' denilince akla sadece futbol gelmeye başladı.